Necati Özkan

Ya devlet başa ya kuzgun leşe

02 Ocak 2023 Pazartesi

Türkiye kelimenin tam anlamıyla bir yol ayrımında. Birkaç ay içinde gerçekleşecek seçimlerle medeniyet dünyasındaki yerimize karar vereceğiz. 

Bundan böyle bireysel özgürlüklerin ve demokratik iradenin bütünüyle askıya alındığı bir ülkeye mi dönüşeceğiz, yoksa medeni dünyanın onurlu bir üyesi olarak çoğulcu demokraside mi yaşayacağız? Yakın geleceğimiz tek bir karar vericinin sınırlı gri iradesiyle mi şekillenecek, yoksa çoksesli bir yönetim takımının geniş ve renkli iradesiyle mi şekillenecek? Ulusal kaynaklarımız ve potansiyel zenginliklerimiz bir avuç azınlığa mı teslim edilecek, yoksa ülke nüfusuna adil olarak paylaştırılacak mı?

Önümüzdeki mesele şu ya da bu lider, şu ya da bu partinin tercih edilmesi değil, bir medeniyetin tercih edilmesi meselesidir. 

Türkiye gibi otoriter ve tek adam iradesine bağlı gecekondu rejimlerle yönetilen ülkelerde, iktidarı elinde tutan siyasi gücün, mevzi kaybetmemek için yapabileceklerinin sınırı yoktur. 

Dünya örneklerinden biliyoruz ki demokratik muhalefetin amasız-fakatsız, tam ve güçlü bir birlik oluşturamaması, sivil toplum ve gençlik yapılarıyla işbirliği yaparak cesaretle karşı duramaması halinde her gün yeni saldırılar gelir; muhalif aktörler aleyhine yeni davalar açılır. Toplum başsız bırakılır; hatta seçim günü ve gecesinde aleni zor ve şiddet kullanılarak güç elde tutulur.

Siyasi partilerin karar verici kadroları naif ve yetersiz kaldıkça hemen her gün “Daha neler?”, “Bu kadarı da olmaz!”, “Yok artık!” denecek saldırılar yaşanır ama atı alan Üsküdar’ı kolaylıkla geçer.

Türkiye’nin dünyadaki örneklere ne ölçüde benzediği konusunda kuşkunuz varsa sadece son bir ay içinde yaşadığımız bazı gelişmeleri hatırlayalım: 

-Normal bir hukuk düzeninde dava dahi açılamayacak, üstelik de kötü sözü sahibine iade eden “ahmak” kelimesinden dolayı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay mahkûmiyet ve siyasi yasaklılık kararı verilmesi,

-Aylar sürecek gerekçeli kararın, “ahmak davasında” iki haftada yazılması, ardından Cumhuriyet savcısının şimşek hızıyla istinafa gitmesi,

-Gezi Parkı eylemleri sırasında sadece demokratik tepki hakkını kullanan, Ceza Kanunu’nun tarif ettiği herhangi bir suça bulaşmamış iş insanı Osman Kavala ve yedi sanık için verilen hapis cezalarının İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi’nde onanması,

-Anayasa Mahkemesi’nin işe alımlarda “Güvenlik soruşturması yapamazsınız” dediği bir dönemde İBB ve şirketlerinde işe alınan 1.668 kişinin terörle iltisaklı oldukları iddiasıyla İBB aleyhinde terör soruşturması yürütülmesi,

-İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin Fatih Sultan Mehmet tablosunun açık artırmadan satın alınmasıyla ilgili olarak Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma açması.

Bunların neresi normal? Muhalefetin tam ve cesur bir birlikteliği için daha ne bekleniyor?

Ülke olarak karşı karşıya kaldığımız riskler ve tehditler, Cumhuriyet tarihimizde olmadığı kadar yüksek. 

İktidar bileşenlerinin neredeyse her iki haftada bir, bir araya gelerek aldıkları kararlar ve attıkları/attırdıkları adımlar ortadayken muhalefet daha çok çalışmak, daha stratejik kararlar vermek ve toplumu daha güçlü bir şekilde örgütlemek için ne bekler?

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na “ahmak davasıyla” verilen ceza sadece İmamoğlu’na değil, tüm demokratik muhalefete ve seçmen iradesine karşı verilmişken... Başörtüsü gerekçesiyle geliştirilen anayasa teklifinin amacı muhalefeti bölmek ve yönetmek iken... Yurtdışına askeri harekat planlama çabaları, ulusal güvenliğin değil iktidarın belirsizlik ortamı yaratma çabasının gereğiyken... 6 Ocak ve 10 Ocak’ta HDP kapatma davası ve hazine yardımlarının kesilmesi süreçleri hızlandırılırken... Yani, iktidar muhalefeti dağıtmak ve lider kadroları paralize etmek için habire el yükseltirken... Muhalefet nasıl olur da normal bir düzende ve normal bir devlette yaşıyormuş gibi ağırdan alabilir? Tüm bunları ortak bir medeniyet kampanyası konusu yapmak dururken... Nasıl olur da birtakım “kafaların” yarattığı suni gündeme hapsolup enerji kaybedebilir?

Aylardır bu sütundan ve çeşitli TV kanallarından ikaz ettik. “İktidarın ekonomiyi mahvetmesi seçim kazanmanın garantisi değildir” dedik. “Aday yoksa, kampanya yoktur” dedik. İktidara karşı tüm demokratik muhalefetin birleşememesinin, muhalefet stratejisinin belirsizliğinin, rejimin geleceği için çözüm önerilerini geciktirmesinin ve ortak adayı ilan ederek erkenden kampanyaya başlamamış olmasının kararsızları iktidara yeniden yönlendireceğini söyledik durduk. 

Aralık sonunda yayımlanan pek çok araştırmaya göre iktidar partisinin seçmen desteği artıyor. Altılı masanın Meclis’te nitelikli çoğunluğu elde etmesi ve HDP’nin desteği olmaksızın cumhurbaşkanlığını kazanması imkânsız hale geliyor. 

Başta da söylediğimiz gibi, bu seçim bir medeniyet seçimidir. İktidar için olduğu kadar, muhalefet için de bir varlık yokluk seçimidir. Yapılacak en doğru şey, iktidarın antidemokratik ve gayri meşru hamleleri karşısında birleşmek, toplumu daha organize, daha etkili bir demokratik mücadeleye davet etmektir. Bunlar mümkün olmazsa, muhalif kamuoyunun en önemli kalelerinden, en değerli kazanımlarından biri olan İBB’de kayyumu da göreceğiz, çok daha fazlasını da. 

Milli iradenin İstanbul’da askıya alınma girişimine karşı sergilenen mücadele 2023 seçimlerinin sonucuna dair çok önemli bir gösterge olacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Öfke ve değişim 12 Haziran 2023
Nasıl oldu? 30 Mayıs 2023
Yakın elmalar 22 Mayıs 2023

Günün Köşe Yazıları