Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gazetecinin Özgürlüğü

29 Şubat 2016 Pazartesi

Arkadaşlarımız Can Dündar, Erdem Gül 92 günlük bir tutukluluğun ardından Anayasa Mahkemesi kararıyla serbest kaldılar. Tutukluluklarının hukukla yasalarla bir ilgisinin olmadığını yazılarından başka “delil” olmadığını herkes biliyordu. Ama günümüzde, yani yasalaşmamış fiili “başkanlık” rejiminde hukuk zorlanabiliyor, yasalar keyfi olarak yorumlanabiliyor. Can ve Erdem’in özgürlüklerini kazanabilmesi, ancak uzun mücadelelerle, iç ve dış kamuoyunun baskısı, AYM hâkimlerinin çoğunluğunun hukuksuzluğu saptamasıyla mümkün oldu. Onlar özgürlüklerine kavuştular, içerideki gazetecilerin de özgür kalması için savaşacaklarını da Silivri kapısında ilan ettiler. Öyle de yapıyorlar.

Klişe çöktü
Gazeteciler özgür olmalı, özgürce yazabilmeli halkın haber alma hakkının önünde hiçbir engel kalmamalıdır. AYM kararından sonra hükümet yetkililerinin sık sık kullandığı “onlar gazetecilik yaptıkları için hapiste değiller” klişesi işe yaramayacaktır. Hukukçular, Türkiye’nin önde gelen hukukçuları da zaten AYM kararının gecikmeden tutuklu bulunan öteki gazeteci arkadaşlarımız için de uygulanması ve onların da serbest bırakılmaları gerektiğini açık net bir şekilde vurguluyorlar. Ama anlaşılan o ki, hukuksuzlukta direnenenler direnmeyi sürdürecekler.

İMC susturulamaz
Sürdüreceklerini de eylemleriyle hemen belli ettiler. Uydurma bir şikâyet üzerine savcılığın hangi yasada yer aldığını bilemediğimiz bir isteği, talebi ile İMC televizyon kanalının Türksat’tan çıkartılması yani yayınının karartılması bunu gösterdi. Karartma saatinin tam Can ve Erdem’le bir söyleşi sırasında uygulamaya koyulması da intikamcı çevrelerin tipik bir davranışı olarak kayda geçti. Uygulamalarını “şirketler istedikleri kararları alırlar, serbest piyasa var” mantıksızlığı ile savunmaya kalkanlar, gerçekte kendi kurallarını, kendi hukuklarını da çiğniyorlar. Bu yolla yöntemle özgür medyayı susturabilmeleri kolay olmayacaktır. Daha önemlisi bu uygulama zorbalığın yeni bir kanıtı olarak şimdiden halkın belleğinde yer etmiştir. İMC örneğinde olduğu gibi çare tükenmeyecek, özgür basın susturulmayacaktır.

Özgürlük istemi ilkeseldir
Kısa bir süre önce birlikte iş gördükleri Cemaat çevrelerine yakın olduğu iddia edilen ya da bildiğimiz TV kanallarını da aynı yöntemle karartmışlardı. Bu tutumlarının basın özgürlüğü ile hiçbir ilgisinin olmadığını o zaman da söylemiştik. Şimdi de söylüyoruz. Hukukun ayaklar alına alındığı bir dönemi yargılamak istiyorsanız siz de sanık sandalyesine o zamanki ortaklarınızla birlikte çıkmalısınız. Suçların ortağısınız. Eski ortağınıza yönelttiğiniz suçlamaları basın özgürlüğünü ortadan kaldırmak için kullanmanıza da izin verilemez. Bu nedenle de tüm gazetecileri serbest bırakmalısınız. Basın özgürlüğü şu basın, bu basın, Kürt basını, Cemaat basını, Muhalif basın diye ayrım yapılarak savunulamaz.

Embedded özgürlük istemez
Yarın bugün yandaş olanlar da hukuksuzlukla karşılaştıklarında onların özgürlüğünü de aynı şekilde savunacağımızdan kimse kuşku duymamalı. “Böyle şey olur mu, yandaş basına ne olacakmış” diye düşünenlerin baskıcı iktidarların yandaşlık kavramını da iyice daraltacaklarını, eşyanın tabiatının bunu gerektirdiğini, mutlak itaat istemenin baskının zorunlu kuralı olduğunu unutmamalıdırlar. Basın özgürlüğüne layık olmayanlar zorbalığı savunanlardır ve onları da zaten mesleğimizin temel ilkelerini hiçe saydıkları için gazeteci, basın mensubu saymıyoruz. Onlar zorbalığın “embedded”leri, ayrılmaz parçalarıdır.

Başol değil Egesel
Çok uzun bir süredir Cumhuriyet okuruyum. Yaşımın 75 olduğunu ve okumayı beş yaşında öğrendiğimi söylersem süre belli olur. 23 Şubat 2016 tarihli Cumhuriyet’in 7. sayfasında “Anayasa Mahkemesi’ni Etkileme Çabası” başlığı altındaki yazının “Savcı İrfan Fidan” alt başlığında, savcılar arasında adı geçen Salim Başol, o tarihteki Yüksek Adalet Divanı Başkanı’ydı. Başsavcılık görevi Altay Ömer Egesel tarafından yerine getiriliyordu. Teatral davranışlarıyla ünlenmişti. Her halde gözden kaçmış, cüretimi mazur görün. Saygılarımla. Uğur Ecevit

Başlık üst başlık ve anlam kayması
Öncelikle bir Cumhuriyet okuru olduğumu söylemeliyim. Bu yazıyı yazmamın nedeni de bu zaten. Sizlere basit bir soru. Annenizden veya babanızdan “Şeker” mi istersiniz “Tokat” mı? Haberinizin üst başlığı görece küçük puntolarla şöyle, “Yandaş Barlas, Davutoğlu’nu yerden yere vurdu”. Sonra irice harflerle “Ayak Uyduramıyor, Başkanlık Acil İhtiyaç”. Siz bu başlığı gördüğünüzde ne düşünürsünüz? Başkanlığın acil ihtiyaç olduğunu. Oysa yazınızın, haberinizin içeriği başka. İstemediklerimizi söyleyebiliriz, ama en önce “İstediklerimizi” söylemek daha akıllıca bir yaklaşım olmaz mı? Bu yöntemi yandaş medya kullanıyor. Ve siz de aynı mantıkla yazarak istemediğinizden emin olduğum “Başkanlığı” savunuyor durumuna düşüyorsunuz. İşin kötüsü yaptığınızın “Farkında” değilsiniz. Algı yanılması denilen şey işte bu. İstemediğiniz, savunmadığınız düşünceleri en azından büyük puntolarla yazmanıza gerek yok. Nasıl malum kişilerin fotoğraflarını ilk sayfaya kocaman koymanıza gerek olmadığı gibi. Umarım yazılarınızın içeriklerine başlıklarda da sahip çıkarsınız... Meliha Okur

‘Derin entelektüel’
Yaş ilerledi, unutmadan yazmak istedim, gazetemizde değerli bir sanayicimizle ilgili bir portre denemesi okudum. Sanayicimizin genç olmakla birlikte eski dili pek sevdiği, eski sözcüklerle konuşmayı yeğlediği anlaşılıyor. Olabilir. Yalnız bu değerli sanayicimizin kitap sevgisinin, koleksiyonerliğinin entelektüellikle karıştırılması biraz tuhaf geldi bana. Biliyorum okur yazarlıkla, aydın olmak, aydın olmakla da entelektüel olmak bizde biraz karıştırılır, bu nitelemeler birbirinin yerine kullanılır oldu. Ama yine de her kitap koleksiyoneri entelektüel olmaz, belki bu sanayicimiz gerçekten entelektüeldir, ama portreden bunu anlamak mümkün olmadı. Ayrıca yazıda geçtiği gibi “en derinlikli entelektüel” diye bir şey yoktur. Derinlik entelektüelliğin önemli bir özelliğidir. Sanayicilerimizin kültüre sanata, yatkın olanlarını, değer verenlerini, milletin anasına küfredenlerle karıştırmıyor, ayrı bir yere koyuyoruz elbette ama yine de her şey adlı adınca olmalı, öyle değil mi? Ercüment K. Uğrak  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları