Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Yitip giden bir eski zaman sanatı: Seyirci olmak…
Seyircilik makamının geçmişi çok eskilere dayanır. Toplu nümayişlerin olageldiği en eski çağlardan beri onları izleyen birileri olduğu için sosyal anlamda seyirciliği belli bir tarih aralığına koyabiliriz. Ancak doğayı izleyen insan metaforunu da bu başlıkta değerlendirecekseniz, onu bilemem.
Seyirciliği farklı başlıklarla değerlendirebiliriz. Tiyatro ile başlayan, kurgusal yapıt izleme eylemi ki, bu seyircilik biçiminde gülme, üzülme gibi ani refleksif eylemler dışında herhangi bir katılım biçimi pek hoş karşılanmaz.
Örneğin spor seyirciliği çok daha sonra insanlık için bir etkinlik olagelmiştir ve büyük olasılıkla sporda yaşanan, görece bir "kurgu" olmadığından izlemeye yönelik kurallar biraz daha esnektir. Bağırıp, destekte bulunmak hata zaman zaman küfür etmek bile tolere edilir.
Seyirciliğin sınırlarını en çok zorlayan sosyal olgu ise sanırım siyasettir. Çünkü siyasette -en azından- demokrasinin egemen olduğu yerlerde kitleler, olayların olup bitimini izleyen kitleler olmaktan çıkıp oy verme, toplantı ve gösteri haklarıyla birer katılımcıya dönüştüler.
Hele bir de sosyal medyanın yaşamlarımıza girmesiyle anında ses çıkarabilme özelliği edinen kalabalıklar siyaset üzerindeki etkinliklerini artırdı. Hatta ülkemiz gibi hukuk düzeni sallantıda olan ülkelerin üzerine alabileceği bir kamuoyu etkisi eleştirisi geçenlerde sosyal medyada yer aldı. (Ülke: Türkiye. Yönetim şekli: Gelen tepkiler üzerine…)
Tam şu anda ise seyircilikle etkin katılımcılığın sınırlarının ortadan kalktığı andayız. Bundan sonra giderek hızlanan bir süreçte katılımsız bir izleme eylemi olarak seyirciliğin yok olduğunu göreceğiz. Gelecek nesiller, kurgusal veya gerçek herhangi bir eylemi katılımsız izleyen biz 20. yüzyıl insanlarını gördüklerinden alaycı şaşkınlıklarıyla gülümseyecekler.
***
Bunu nereden mi çıkardım. Giderek yaşamlarımızda yer eden üç kelimeden: Hikâye anlatıcılığı, etkileşim ve yapay zekâ…
Z kuşağı, bir hikâye içermeyen, katılım gösterip etkileşimde bulunamayacağı herhangi bir kurgusal veya gerçek içeriğin parçası olmak istemiyor. Bunu da en sağlıklı biçimde kendilerine üretebilecek yapı yapay zekâda var.
Oyuncunun seçimlerine dayalı olarak gelişen, karakterin çoklu evrenlere açılan kapılar gibi farklı sonlara yol açabildiği video oyunları aslında pek de yeni değil. Ancak bu oyunların sinematografik bir biçimde, “yeni nesil bir görsel roman” türü olarak evlerimizle buluşması ve işin aksiyon kısmını azaltıp büyük ölçüde seçim odaklı bir yapı geliştirilmesi yalnızca birkaç yıllık bir gelişme.
“Life is Strange”, “As Dusk Falls”, “Firewatch”, “The Quarry” gibi farklı içeriğe sahip ama temelde bir film senaryosunu alıp tamamen seyirci/oyuncunun seçimlerinin sonuçlarına odaklı çoklu bir algoritmayla ilerleten oyunlar, aksiyon eksikliğiyle birçok video oyunu tutkununun bile alaylarına konu oluyor.
Ancak birçok oyuncu da bu yeni türle tutku ilişkisi geliştirmiş durumda. Hatta “As Dusk Falls” isimli oyun işi bir adım öteye götürüp oyunla birlikte yayımladığı akıllı telefon uygulamasıyla çoklu oyuncu özelliğiyle oylama üzerinden hikâyenin gelişmesine olanak tanıyor ve oyuncuların kararları üzerinden onların psikoloji karakter analizlerini bile çıkarıyor.
Öte yandan 2018 yapımı "Black Mirror" bölümü “Bandersnatch”ın oyun konsoluna ihtiyaç duymadan, dijital platformlar üzerinden bu etkileşimi yaratabileceğini göstermesi bile başlı başına bir değişimin habercisi.
Geçen yıl Hollywood’da yükselen “yapay zekâ” karşıtı grevleri de bu açıdan anlamlandırmak mümkün aslında. Çünkü yapay zekâ, kendi hikâye üretebildiği gibi hikâyesine çoklu sonlar üretebilme becerisi ile insan kapasitesinin çok üzerine çıkabilir.
Aslında bunu birden fazla karar vericinin “tek seçici” hiyerarşisine üstün gelmesine benzetebiliriz. Örnek vermek gerekirse futbolun geleceği de sosyal medya üzerinden, oylama yoluyla takım kadrosuna karar veren taraftarları çağırıyor. Yani elveda hocaların hocası teknik direktörler…
***
Bence kimsenin üzülmesine gerek yok. Tüm bu teknolojik olanakları sağlayan düzen, bize dijital içerikleri, video oyunlarını, futbol maçlarını sunmak için bizden talep ettiklerini her geçen gün fazlalaşıyor. Bunlara ulaşmak için fiziksel ve zihinsel olarak daha çok yıpranıyoruz ve yıprandıkça da “ürün”ümüz üzerinde söz hakkına sahip olma isteğimiz artıyor.
Evet kurguya bile hükmetmek istiyoruz, izlemek yetmiyor ama başta da siyaset demiştik. Yurttaşların cep telefonları üzerinden meclisteki kararnameleri oyladığı günler yakın mı dersiniz? Ne yazık ki bana pek öyle gelmiyor.
Bana kalırsa, gerçek hayattaki sosyal medya gibi sağaltıcılar üzerinden daha edilgen ve öfkeli bir kalabalığa dönüşüyoruz. Kurgu üzerindeki hakimiyetimiz artarken gerçek hayatta edilgenliğimiz biz farkında olmadan artıyor. Siz ne dersiniz?
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- Saadet'te yeni genel başkan belli oldu
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- Yandaş yazar, son anket sonuçlarını açıkladı!
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- İstanbul'da aile katliamı
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 4 kişiyi öldürüp intihar etti!
- 'Bu işin şakası yok, herkes ayağını denk alsın'
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!