Zafer Arapkirli

Otokrat

29 Eylül 2021 Çarşamba

Hatırlarsınız belki... Birkaç yıl önce bir reklam filmi dönüyordu televizyonlarda.

Farklı senaryolarla çekilmiş, bazen bir kadının, bazen de bir erkeğin başrol oynadığı bir film. Bir bireysel emeklilik sigortasının reklamıydı. Reklamın esprisi, 30’lu yaşlarda genç birine sokakta küçük çocukların “amca” ya da “teyze” diye hitap etmesi ve bunun da “kahramanımızda” travmatik bir etki yapmasıydı. 

“Yıllar hızla geçiyor... Vakit varken, ileri yaşlardaki geleceğiniz için bir önlem alın” mesajı ile bağlanırdı film. 

Bir hitabı kendine yakıştıramamak ve bunu bir gün aniden birinden duyup şoka girmek meselesi.

Geçen gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başına geldi bu olay. 

Amerikan CBS Televizyonu’ndan Margaret Brennan hanımefendi, “pat” diye soruverdi o meşum soruyu:

“Başkan Biden size otokrat demiş... Ne diyorsunuz?” mealinde. 

Tayyip Erdoğan, “Valla ben de anlamadım. Neden öyle bir şey yapmış?” diye anlamazdan gelmeye çalıştıysa da Amerikalı gazeteci hınzır... Durur mu? Yapıştırıverdi “follow-up” sorusunu:

(mealen) “Sakın, önünüze gelene hakaret davası açtığınızdan, bir sürü gazeteciyi hapse attırdığınızdan, düşünce suçlarında sizin zamanınızda patlama yaşandığından filan olmasın?.” diye devam ettirdi küstahlığı(!).

Tabii ki aslında “otokrat” kelimesi tek başına bir “hakaret” anlamına gelen bir sıfat değil. Yani sokakta birine dönüp “otokrat” deseniz, çekip sizi vurmaz. Ya da dava konusu (RTE söz konusu olunca garanti veremem ama) olmaz. 

Ancak, kendisini CBS muhabirine verdiği yanıtta olduğu gibi, “Ben 40 küsur yıllık siyasi hayatımda hep seçimle geldim. Sandıktan çıktım. Yani diktatör değilim. Demokratik bir rejimin demokratik bir yöneticisiyim” diyerek de pek kurtarması mümkün değil. 

Çünkü “otokrat” sözcüğü tüm dünya dillerinde, “Her şeye tek başına karar veren, mutlak otorite sahibi kişi” anlamına geliyor. Bu da çağdaş demokrasilerde, halkın da “aklı başında” yöneticilerin de pek tercih ettiği bir şey sayılmaz. Yani, insan hem o kadar yetkiyi ve sorumluluğu üzerine almak istemez, biraz olsun “istişare ve denetim”den yararlanmak ister ve hata payını azaltır hem de arkasından “otokrat, diktatör, despot” ve benzeri sıfatlarla seslenilsin (seslenmek biraz zor da... anılmak diyelim) istemez yani. 

Çare, yetkilerin tek elde yani bir kişinin “şahsında” değil, çağdaş demokrasilerin “Denge - Denetim” (checks and balances) diye adlandırdığı ve güçler ayrılığı ilkesine dayalı bir sistemde. Yani, açıkça söyleyelim “Şahsım Rejimi”nde değil. Ve tabii ki, “demokrasilerin” sadece denetimi değil, eleştiriyi ve sırasında “ağır eleştiriyi” ve hatta bazı evrensel mahkeme kararlarına baktığımızda zaman zaman “hakareti” (evet hakareti) bile hoş görebilmekte.

Çünkü, ülke yöneten kişilerin eleştirilmeleri, ağır eleştirilmeleri ya da kimi zaman hakarete uğramaları, “kişisel bir saldırı” değil, tek tek bireylerin yani vatandaşların alınan kararlardan “zarar gördüklerine” inandıklarında, öfke ve isyanlarını dile getirmenin farklı tonlarda bir dışavurumudur. 

Siz, hak arayan kadına “Zaten kadın mıdır kız mıdır?” diyeceksiniz, çiftçiye “Ananı da al git” diye hakaret edeceksiniz, bir protestocuya “Seni İsrail dölü” diye girişeceksiniz, öğrenciye “Sözde öğrenciler” diye haksızlık etme hakkını kendinizde bulacaksınız, muhalefet liderini “Daha dur bakalım başına daha neler gelecek. Bu başlangıç” gibilerden tehdit edeceksiniz, neredeyse yan bakanı “Mahkemelerde sürüm sürüm süründüreceksiniz”, emrinizdeki izleme ve trol orduları ile her bir Twitter mesajının peşine düşüp “Bırakmam onu öyle. Bedelini ödeyecek” diye dünyayı zindan etmeye çalışacaksınız, gazetelerde sizinle ilgili tek satır eleştiri, TV yayınlarında iki cümle espri yapılamayacak... Ama birisi çıkıp da “Otokrasi”den söz edince, gücünüze gidecek. 

Maalesef bunların ikisi bir arada olamıyor. 

SAYILAR, YALANLAR

İktidarın sıkça yaptığı, aslında dünyanın her yerinde istatistiğin kullanımında sıkça başvurulan bir hata var. “Hata” sözcüğünü biraz da ironi yaparak kullanıyorum, çünkü çoğu zaman kasıtlıdır ve arkasında bir “hınzırlık”, bir “yalan”, bir “kandırmaca” çabası vardır.

Mesela, Sağlık Bakanlığı’nın, Covid-19 verilerini açıklarken uzun süre ısrarla “şehirlere göre vaka ve ölüm sayılarını” değil de yapılan aşı sayılarını vermesi ve bunu “Aşı çoğaldıkça mavileşen” harita ile yaparak “Risk azalıyor” yanılsaması oluşturması gibi. 

Mesela, geçen gün Cumhurbaşkanı’nın “O kadar çok yurt yaptık ki, dünyada en fazla yurt yatağı kapasitesi olan ülkelerden biriyiz. Gözünüze dizinize dursun be” mealindeki açıklama gibi. Üniversite öğrencisi sayısını, evinden uzakta üniversiteye gitmek zorunda olan ve barınacak eve kira parası yetişmeyen öğrenci sayısını birlikte açıklamadan, “barınma/yurt sıkıntısı”nı nereden bileceğiz?

Verileri şeffaf ve tam anlamıyla sağlıklı sonuçlara ulaşılabilecek kalitede açıklamadığınızda, bunun adı “halkı kandırmak” olmuyor mu?

İstanbul’da yolların ve köprülerin kapasitesini gizleyip “Herkesin bir arabası var ne güzel” diye propaganda yapmak gibi mesela. Nüfusu gizle, artan seyahat ihtiyacına ilişkin verilerden kimsenin haberi olmasın. Ama “Ne güzel herkes otomobil sahibi” diye övün ve bunun üzerinden “Kalkındık, refah arttı” söylemini millete yedirmeye çalış. 

Olmuyor tabii. 

Bu yüzden insanlar istemiyor sizi artık. 

Anlayın artık, kurban olayım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları