Zafer Arapkirli

Kendimize benzetmek (14.06.2019) (14.06.2019)

14 Haziran 2019 Cuma

Milli hasletimizdir, her şeyi kendimize benzetmek.
İthal ettiğimiz her şeyi “kendi usulümüzle” hayata geçirmek.
“TV Olayı”nın anavatanı sayılan ABD’den ithal bu TV tartışması (TV Debate-Münazara) aracını da kendimize benzetmemize az kaldı. Hatta, o yönde epey mesafe katetmiş bile sayılırız.
Meseleyi hızla özünden uzaklaştırdık ve abuk sabuk ayrıntılara boğarak, şimdiden içini boşaltık bile. Daha en başta, belki de en son konuşmamız gereken “moderatörlüğünü kim yapsın” hadisesi olarak günlerce tartıştık. “Didem mi, Şebnem mi? Uğur Abi mi, Cüneyt mi? İsmail mi, Fatih mi? Abdülmuttalib mi, Dilruba mı?” gibi kısır ve gereksiz bir yere hapsettik.
Kimse de çıkıp demedi ki: “Bu isimlerin belki de hepsinin yer aldığı ve farklı kesimlerden ve farklı görüşlerden gazetecilerin, adayları hatta adayların birbirlerini çapraz sorgulayabildiği bir format” daha iyi olmaz mı?
Maksat ne?
İki kişinin ekranda aynı karede görünmesi ve sözüm ona “içtenlikle soruları yanıtlıyor rolü oynaması” ile, demokratik tartışma (eski dilde münazara – nazarların yani fikir-bakış açılarının çarpışması) gerçekleşmiş olacak mı? Sıkı bir sorgulama olmadan ve “sıkıştırılma” sağlanmadan, yani her iki aday da “sıkıştırılmasıkışma riski”ni göze almadan sağlıklı bir TV tartışması olur mu?
Bugüne kadarki performansı ile Sayın Ekrem İmamoğlu’nun, bunun altından başarı ile kalkabileceği belli iken, yine bugüne kadarki performansı ile hep iktidar olmanın avantajını (zırhını) kullanarak her platformda “sıkıştırılmaktan” yırtmış ve hep yandaş gazeteciler karşısında “al gülüm ver gülüm”le sıyırmış bir Binali Bey’i yan yana oturtup ikisini de (İngilizlerin “softly softly” dedikleri tarzda) yumoş yumoş sorularla idare etmek, maksada ne kadar hizmet edecektir? Ciddi kuşkularım var. Perde arkasında yapılan ve İsmail Küçükkaya kardeşimizin asla ve kat’a içine düşmüyor olduğunu umduğum pazarlık ve hesaplardan bu anlaşılıyor.
Daha açık yazayım: Her iki “pehlivan” da er meydanına çıkıp birden fazla (karşıt) gazetecinin ve birbirlerinin “çatır çatır” sorgularını göğüsleyemedikten sonra, ben o işe “delikanlı gibi tartışma” demem. Kimse kusura bakmasın.
“İş olsun torba dolsun” derler buna. Yani, “Bak kaçmadım geldim” demek yetmez. Gelip layığı ile dövüşeceksin (ille de olumsuz algılamayın bu dövüşme fiilini) ringde.
Aksi takdirde “Bon pour l’Orient” derim ben o işe. Yani, eskinin Şark üniversitelerinden alınmış, dandik diplomalar için kullandığı, “Ancak oraya (azgelişmiş ülkelere) layık. Ancak oraya yeter. Ancak orada geçerli...” tadındaki tabirdir bu.
Yaptık mı? Yaptık. Aferin. Yersen yani. If you eat.

İleri demokrasi standardı
Çarşamba günü hayatın gerçekleri, nasıl bir rejimde yaşadığımızı iki kez “şaaaak!” diye suratımıza vurdu.
İstanbul’da, e-mail talimatı ile İBB binasının önüne çıkarılan bir grup çalışan, seçimde yarışan adaylardan birinin (Sayın İmamoğlu’nun) açıklamalarından “rencide olduklarını” beyan ederek bir basın açıklaması yaptılar. “Karşı ittifak” adayını kınadılar. Kamu görevlilerinden söz ediyoruz burada. Sorun değil. Kim olursa olsun, T.C. yurttaşları olarak T.C. Anayasası madde 34’ten ve 2911 sayılı yasadan kaynaklanan haklarını kullandılar.
Ama Ankara’da belki de aynı saatlerde, 8 Temmuz 2018 Çorlu toplu ulaşım cinayeti kurbanlarının aileleri, adalet talep etmek için Anayasa Mahkemesi önünde hırpalandılar. Dayak, cop, gaz, su, plastik mermi yediler. Faşizmin tadına baktırıldılar.
Bu ülkenin insanlarına her gün her dakika uygulanan “Bizden olan-olmayan, bizi okşayan- kınayan” ayrımının ibret verici örneklerine tanık olduk.
“Demokrasi Ligi’nde küme düşme hattının altında oynamak” diye buna derim işte.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları