Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Nasıl mümkün olabildi?

15 Ekim 2023 Pazar

Orta Doğu’nun kanlı trajedilerine ne yazık ki alışığız ama Necef çölünde geçen Cumartesi yaşanan, yeni bir eşik oldu.

Hamas, süper güvenlik altında olduğu varsayılan Gazze duvarını deldi, karadan, havadan, denizden İsrail topraklarına eşine filmlerde rastlanabilecek bir saldırı düzenledi, çok sayıda rehin aldı, yüzlerce sivili katletti. 

Efsane katına yükseltilmiş bir güvenlik devletinde böyle bir saldırı nasıl gerçekleşebildi, İsrail nasıl gafil avlandı? Dünya bir haftadır bu soruyu soruyor. 

İran şu bu, dış etkenleri sıralayanların yanında doğrudan İsrail içinden Netanyahu hükümetini sorumlu tutanlar var. 

Ülkenin en eski ve en köklü yayın organlarından Haaretz örneğin:    

“İsrail’in başına gelen felaketin sorumluluğu açık şekilde bir kişinindir:Binyamin Netanyahu!” diyor ve “çete lideri” ifadesini kullanmaktan çekinmediği Başbakan için şunları yazıyor: 

“(Netanyahu) Filistinlilerin varlığı ve haklarını açıkça göz ardı eden bir dış politika benimserken ve ilhak-mülksüzleştirme hükümeti kurarken İsrail’i bilinçli olarak sürüklediği tehlikeleri tam tespit edemedi.”

Sade muhalif gazete Haaretz değil, Yuval Noah Harari ve David Grossman gibi İsrail’in dünya çapında ses getiren en ünlü yazarları da, milliyetçiliğin tavan yaptığı şu savaş atmosferinin ortasında dahi damardan özeleştiri yapmaktan kaçınmıyorlar. Söze elbette sivilleri hedef alan Hamas vahşetini lanetleyerek giriyorlar. Ancak hemen akabinde “böyle bir şey nasıl mümkün olabildi?” sorusuna cevap arıyorlar.  

DİNCİ OPORTÜNİSTLER KOALİSYONU

“Yarının kısa tarihi”, “Durdurulamayan İnsanlık”, “21. yüzyıl için 21 ders” gibi kitaplarıyla Türkiye’de de geniş okur kitlesine sahip olan Harari’nin soruya ilk yanıtı “Filistinlileri yok sayma kertesinde köpürtülmüş olan İsrail’in üstünlük kibiri”

Ama yalnızca bu değil. 

İsrail devletinin devasa güvenlik açığının baş sebebini popülizmde buluyor Harari. 

“İsrail” diyor özetle; “yıllardan beri güçlü lider popülizminde karşılık bulan Netanyahu ile yönetiliyor. Netanyahu kişisel çıkarlarını kollarken, ulusal çıkarları savsakladı. Kariyerini fay hatları üzerinde inşa etti. Liyakat yerine kilit yerlere yandaşları getirdi. Fanatik dincilerle oportünistlerden oluşan son Netanyahu koalisyonu, İsrail’in başına gelen en berbat koalisyon oldu. Çıkarcılık ve dincilik uğruna bölücü politikalar sürdürülürken icraatlerine karşı çıkanları hainlikle damgaladılar. Bu siyasetlerin güvenlik zaafı yarattığı yolundaki uyarılara Netanyahu kulak vermedi. İsrail-Filistin sorununa hangi açıdan bakarsanız bakın, yalın bir gerçek varsa o da popülizmin İsrail devletini çürütmüş olmasıdır. Bu, tüm dünya demokrasileri için ders çıkarılması gereken bir uyarı olmalı.”

DÜNYA DAHA SAĞA KAYACAK

Artık tarih olan barış süreci yıllarında gittiğim İsrail’de bizzat tanıdığım ve röportaj yaptığım bir başka barış yanlısı usta yazar David Grossman da keza gene farklı bir şey söylemiyor. 

Netanyahu hükümetleri ile çürümüş liderliğinin yargı, eğitim, ordu gibi ülkenin üç temel kurumunu perişan ettiğini, İsaraillilerin son yıllardaki tüm enerjilerinin Netanyahu ailesinin Çavuşevsku-vari serüvenleriyle emildiğini, toplumun ortadan büsbütün bölündüğünü, birlik-beraberlik adına bunun başlıbaşına bir güvenlik zaafı yarattığını belirtiyor “güvercin” Grossman. Harari’den öte bir saptamayla, savaşın İsrail’i ve İsrail’le birlikte dünyanın gerisini daha da sağa kaydıracağını, radikalleştireceğini ve militanlaştıracağını öngörüyor. 

“Savaşla, İsrail kimliğini şekillendiren en uç önyargılar ve nefret kalıplarının derinleşeceğini, İsrail politikasını şartlayan en geleneksel kutuplaşma ve yarılmaların artacağını, keskinleşeceğini” değerlendiriyor. 

Diyalog umudunun uzun seneler için heyhat sonlanacağından dem vuruyor. 

Baştan itibaren çok büyük olasılıkla “reel politik” güçlerce murat edilen tam da buydu: Filistinliler ve Filistin varlığı ile diyalog imkanlarını tamamiyle yok etmek. 

Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında dünya çapında umut yaratan en başlıca gelişmelerden biri 1993’teki Clinton, Rabin, Arafat’ın tarihi el sıkışması olmuştu.

Bu kilometre taşı barış dalgası yalnızca iki yıl sürdü. 

1995’te sürecin başkahramanlarından Rabin’in İsrail’in radikal sağcıları tarafından ortadan kaldırılmasıyla, frenlenemeyen bir geri salınıma girildi. Derken 2000’de İsrail askerleriyle Mescidi Aksa’ya giren sağcı Şaron’la, ikinci geri vites yaşandı. Şaron’un sağ kolu Dov Weisglass’ın damardan ifadesiyle hedef o tarihten itibaren “Filistinlilerle siyasi görüşmeleri sonlandırmak” olageldi. 

7 Ekim saldırısı diyalog parantezini görünebilir gelecekte artık geri dönüş olmaksızın kapatıyor. Bundan sonrası tam bir kara delik.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları