Pandoranın kutusu...

03 Ocak 2024 Çarşamba

Ortadoğu ateşi bir kez alevlendi mi söndürmesi kolay olmaz. İsrail’in Gazze’ye yönelik şiddetli bombardımanları sürerken destekçisi ABD’nin savaşın bölgede sınırlı kalıp Mısır, İran, Lübnan, Yemen’e uzanmaması yönünde görünürdeki politikasında tehlikeli bir viraja girilmiş görünüyor. İsrail, önceki gün Lübnan’da Hamas’ın siyasi kanadının iki numaralı ismi Salih Aruri’ye suikast düzenledi. Hamas’ın müttefiki Lübnan Hizbullahı’ndan “karşılıksız kalmayacak” çıkışı gecikmedi. Dün ise gündeme İran Kudüs Gücü Komutanı Süleymani'nin ABD suikastı sonucu öldürülmesinin 4. yıldönümünde mezarında düzenlenen anma töreni sırasında gerçekleşen iki ayrı patlama damga vurdu. Saldırıda onlarca kişi yaşamını yitirdi.

Bölge, Türkiye’yi de yakından ilgilendirecek şekilde, diken üstünde. İsrail-Hamas hattında geçen yıl 7 Ekim saldırılarıyla pimi çekilen bombanın etki alanını genişletme çabasında olanlar var belli ki. Soru bunların kim olduğu ve hedeflerinin nereye uzandığı...

Yaşananları sadece İsrail-Filistin savaşı olarak okumak yeterli değil. Akdeniz, Kızıldeniz’e uzanan ulaşım, enerji mücadeleleri diyerek işin içinden çıkmak da... Tarihsel, dinsel, mezhepsel, çıkar haritalarıyla bezeli kanlı bir kapışma yaşananlar. Son dönemdeki gerilimleri özetlersek;

ATEŞ NASIL YÜKSELDİ?

7 Ekim’de İsrail gizli servisini de “atlatarak”, gizlice aylardır hazırlandığı ortaya çıkan Gazze’de yönetimdeki Hamas’ın silahlı kanadı İsraillilere yönelik kanlı bir saldırı düzenledi. Buna İsrail’in yanıtı aylardır süren, bugüne kadar en az 22 bin kişinin yaşamını yitirdiği bombardımanlar oldu. İsrail, Filistin topraklarında işgalini daha da ilerletti. Gazzeliler aylardır aç, susuz, ölüm kalım savaşı veriyor. Taraflar arasındaki arabuluculuk çabalarında Mısır, Katar öne çıktı. Geçen ay taraflar arasında esir takası yapıldı ama kalıcı ateşkes yaşama geçmedi. İsrail’de aşırı sağcı cepheden, “Filistinlileri Filistin topraklarından çıkarma” hedefli demeçler sürüyor.

ABD başta olmak üzere Batı cephesinin pek çok ülkesinde geleneksel İsrail müttefikliğiyle Tel Aviv’e destek de devam ediyor. Arap, İslam dünyasındaki tepkiler ise İsrail’i caydıracak birlik ölçütünde değil. Uluslararası çapta protestolara, BM’nin çağrılarına karşın İsrail ateşi durmuyor.

İSRAİL’İ KİM DURDURUR?

İsrail siyasetinde uzun yıllardır sertlik yanlısı sağcı politikalarıyla bildiğimiz Başbakan Netanyahu’nun, zaman içinde yolsuzluk davalarıyla da birlikte kendisiyle işbirliği yapan merkeze yakın siyasi cepheyle arası açıldı. Şu an iktidardaki koalisyonu oluşturmak için iktidar ve hapse girmeme arayışıyla aşırı sağın en ucundaki kesimlerle işbirliğine gitti. Gelinen noktada Filistin topraklarındaki kuşatmayı, işgal politikalarını daha da sertleştirdi. Son saldırılarda Netanyahu’nun savaş kabinesinden yapılan açıklamalarda Filistin halkına yönelik ırkçı, nefret söylemi aleni hale geldi. 

İsrail’i kim durdurur sorusunun yanıtı çoğu kez Washington’a çıkıyor. ABD’de bu yıl seçimler için geri sayım sürerken Biden yönetiminin geniş bir coğrafyaya yayılmış bir savaş istemeyeceği yorumları epeydir konuşuluyor. Ancak en azından şu anki tabloda, Tel Aviv’de bir nevi ABD’ye kafa tutan bir kesimin sesini yükselttiği de gözleniyor.

Buna örnek, önceki gün İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ile Maliye Bakanı Bazalel Smotrich’un, “Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin gönüllü olarak bölgeden göç etmelerine destek verdikleri” açıklaması oldu. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tepki gösterdi, açıklamaları "kışkırtıcı ve sorumsuzca" nitelendirdi. ABD’nin Filistinlilerin Gazze dışına yerleştirilmesini savunan açıklamaları reddettiğini belirtti. Ben-Gvir’den ise yanıt "ABD'yi takdir ediyorum ama kusura bakmayın, Amerikan bayrağındaki yıldızlardan biri değiliz. ABD bizim en iyi dostumuz ama her şeyden önce İsrail devleti için en iyisini yapacağız” şeklinde oldu.

Bu meydan okumaya karşı Washington’ın nasıl bir tutum alacağı merak konusu. Amerikan Ortadoğu siyaseti, züccaciye dükkânına giren fil gibi dersek pek de yanlış olmaz. Başını sonunu düşünmeden başka bir toprağı işgal, kaos ve plansız çıkış ya da vekalet güçleriyle çıkarlarını sürdürme adımları... Tüm bunları Irak, Suriye, Afganistan’da gördük. Peki şimdi Filistin konusunda da benzer bir tutum mu izleyecek... Burada çetrefilli birçok denklem var. İran, Lübnan Hizbullahı, Yemen’deki Husiler gibi. Hepsi de Hamas’la yakın.

KARMAŞIK İTTİFAKLAR...

Filistin ulusal bütünlüğünün sağlanamaması günümüzde yaşananların arkasında yatan en büyük etkenlerden biri. İsrail başta olmak üzere kimi güçlerin bölgede parçalı bir yapı arayışıyla yaptıkları kışkırtmalarla birlikte Batı Şeria merkezli Filistin Yönetimi ile Gazze’de iktidardaki Hamas arasında bölünmüş bir Filistin var. Batı Şeria’daki seküler görüşe yakın El Fetih hareketi merkezli yönetimle, köktendinci Hamas hattında iktidar mücadelesi uzun süredir devam ediyor. Bu ortamda yıllar içinde İsrail işgal topraklarını genişlettikçe genişletiyor.

Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi, BM dahil uluslararası alanda daha çok kabul görüyor. Hamas’a ise destek verenlerin başında Katar, İran baş aktörler olarak öne çıkıyor. Ankara’nın da Filistin’e yönelik gerek Abbas cephesine gerekse Hamas’a yakın duruşu biliniyor. 

SÜNNİ-Şİİ CEPHE... RİYAD’DAN DOHA’YA, TAHRAN’A... 

Karmaşık tablo İslam, Arap coğrafyasındaki tutumlarda da gözler önüne seriliyor. Örneğin Körfez’in Suudi Arabistan liderliğindeki Sünni cephesi geçen yıllarda Trump yönetiminin arabuluculuğuyla İsrail ile ilişkilerde normalleşme hamlelerine girişmişken Filistin davasına yönelik çok da tutkulu bir söylem izlemedi. Aynı Sünni cephenin Şii İran’a karşı güç birliği yaptığı, Tel Aviv’le de bu yönde işbirliği arayışında olduğu sır değil. Burada ilginç tutum yine Körfez’in son dönemin uluslararası arabuluculuk faaliyetleri ile de gündeme gelen Sünni Katar’dan. Ankara’nın da yakın olduğu Katar’ın, İran’la ilişkilerini dengede tuttuğu gibi Hamas’ın ofisine Doha’da evsahipliği yaptığını hatırlamakta fayda var. Diğer yandan Katar’ın, Washington ile de ilişkileri güçlü. Bu çerçevede ABD’nin Afganistan’ı Taliban’a bırakıp çıkışının ardından arabuluculuk için Katar’ın öne çıkması önemli bir göstergeydi.

Sünni Hamas’ın yakın destekçisi Şii İran. Tahran’ın, burada mezhepçi tutumda kalmayarak Hamas’tan yana tavır almasında bölgesel güç ittifaklıklarına ilişkin hesaplamaları etkili. Son yıllarda Irak, Suriye’ye uzanacak şekilde etkinlik alanını genişleten İran, Yemen’de de Şii Husilerle yakın. Böylelikle Kızıldeniz’e de ilerleyen hat üzerinde Sünni Körfez-ABD liderliğindeki kimi Batı cephesine karşı, kendi açısından savunma ve etkinlik bölgesini kurma arayışında.

Yıllar süren savaş, yokluk, salgınlarla boğuşan Yemen’de de bölünmüşlük tablosu var. Bir tarafta Suudi Arabistan, BAE’nin de yer aldığı uluslararası koalisyonla Sünni yönetime destek veren cephe, diğer yanda İran’la yakın ilişkilerdeki Şii Husiler. İşin ilginci Yemen’de bazı bölgelerde Suudilerle BAE arasında da etkinlik mücadelesi yer yer yaşanıyor. Son dönemde Kızıldeniz’de İsrail ve Batılı gemilere, tankerlere yönelik Husilerin saldırıları da dikkat çekiyor.  

İran’ın bir diğer müttefiki de halihazırda derin bir ekonomik siyasi krizde olan Lübnan'da Şii Hizbullah. İran ile birlikte Lübnan Hizbullahı Suriye’de de etkin. Hizbullah Lübnan’daki kırılganlıkların farkında, İsrail ile olası bir savaşa Lübnan halkının pek de gönüllü olmayacağını görüyor. Bu nedenle bugüne kadar İsrail’le savaşı daha çok sınır bölgelerinde ve Suriye cephesi üzerinden sürdürme yöntemini izlemiş duruyor. Ama önceki gün topraklarında İsrail’in Hamas yetkilisini öldürmesine nasıl bir tepki vereceği de bilinmiyor...

‘7 EKİM’ ÖNEMLİ BİR VİRAJ

İsrail ile İran’ın birbirlerini varlıklarına tehdit olarak gördükleri yaklaşımı yıllardır aynı. ABD’de Neo-con şahin kanadın İsrail’e koşulsuz desteği bir yana “İslam devrimiyle” birlikte molla yönetimine giren Tahran’la Washington arasında büyükelçilik baskınıyla birlikte tarihi açıdan giderek yükselen gerilim, enerji mücadelesi ve bölgesel çıkar hesapları bugünlere taşınan sorunların parçası. Obama döneminde ABD-İran arasında ilişkilerin yumaşamasına yönelik adımlar Trump iktidarı ile sona erdi. Bu noktada ABD savunma sanayisinin İran tehdidine karşı Sünni Körfez ülkelerine yönelik devasa silah satışını da unutmamak gerek. 

Ana ve vekil aktörlerin sahayı toz duman ettiği bir Ortadoğu tablosunda 7 Ekim önemli bir viraj olarak tarihe geçecek gibi. Bu ateş çemberi nasıl durur sorusunun yanıtı zorlu. Olasılıklar arasında, İsrail’in içinde hâlâ güçlü bir şekilde bulunan demokratik yapıların seslerini yükselterek yeniden seçim, yargı kararlarıyla birlikte yönetime artık dur demesi olabilir. Gazze savaşında yaşanan kilitlenme haliyle birlikte, ABD-İsrail’in yeni bir oyun kurmak adına, İran’a yönelik baskıyla ölümcül bir saldırı, bunun ardından tarafların bölgede savaşın yayılmaması için aklıselim bir politika çağrısıyla diplomasiye alan açma arayışı da... Ya da ABD’ye karşı güçlü bir Avrupa ittifakı, bunun bölgesel işbirliği temelli barışcıl yaklaşımları, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması.... Yok eğer bölgede ateşin yayılması, kaos, “yeni haritalar” gibi dehşet senaryolarının yaşama geçirilme arayışı varsa bu pandoranın kutusunun açılma tehlikesi anlamına gelir. 

REİSİ ZİYARETİ

Geçen ekimden bu yana İran ve Lübnan Hizbullahı, kimi iddiaya göre ABD ile de arka kapı siyasetiyle de Gazze savaşında Hamas’a yönelik desteği sınırlı tuttu. Bölgede savaşın kapsamının derinleşmesine karşı tutum izledi. 

Tüm bu gelişmeler hiç kuşkusuz Türkiye açısından kritik gelişmeler barındırıyor. Netanyahu yönetimiyle Ankara arasındaki gerilim biliniyor. Tel Aviv’in Hamas liderlerine yönelik saldırılar düzenleyeceği açıklamalarının yankıları sürerken Türkiye’de MİT ve polisin önceki gün İsrail gizli servisi Mossad ajanlarına yönelik operasyonu gündeme düştü. Aynı gün, Lübnan’da İsrail Hamas yetkilisini öldürdü. Dün de İran’da bombalar patladı. Bu sıcak gündem arasında ise gözler günler önce duyurulan İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin bugün Türkiye’ye yapması beklenen ziyaretteydi. Özellikle de Suriye, Irak üzerinden yaşanan son gelişmeler açısından. Fakat ziyaret yaşanan terör saldırıları nedeniyle ertelendi.

 

İran’a yönelik İsrail-ABD hattının atacağı adımlar bölgesel, küresel kritik gelişmeler barındıracaktır. Türkiye açısından da ulusal güvenlik konusudur. Bu nedenle de iç siyasetteki kutuplaşma söylemlerinin bir an önce sonlandırılıp Atatürk ilkelerinin izinde, sınırları güçlü, egemen, bağımsız, laik, hukuk devleti temelinde güçlü birlik hattının kurulmasının önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hepimize ders olsun! 28 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları