Vahşeti Gördüm! Dayanışmayı da!

02 Haziran 2013 Pazar

Bu yazıyı cumartesi gecesi, saat sabaha karşı dörtte yazıyorum. Ben bu yaşıma geldim, onlarca eylemin içinde bulundum ama 31 Mayıs 2013 bütün bir gün ve gece süren Gezi Parkı eylemi gibi bir eyleme ilk kez tanık oluyorum. Ben bu satırları yazarken Beşiktaş’ta toplanan direnişçiler Taksim’e doğru yürüyorlardı, Kadıköy’de toplananlar da köprüyü yürüyerek geçmek için yola çıkmışlardı. Belli ki direniş sürecek, herkes nöbet değişimi için yollarda. Hayır böylesini hiç görmedim, nereden başlasam.
Saat gündüzün beş buçuğu Taksim’de The Marmara Oteli’nin önündeyiz. Oldukça kalabalık bir grup. Taksim Alanı tamamen polisler, panzerleri ve TOMA’ları tarafından kuşatılmış, polislerin bir grubu Tarlabaşı tarafında, ardı ardına biber gazı sıkıyor, sonra birden bizim taraftaki polisler üstümüze doğru yürüyüp biber gazı sıkmaya başlıyorlar. Biber gazı yememek için bizler de kendimizi ilk gördüğümüz kahveye atıyoruz. Birden polisler kalabalık halinde sığındığımız kahveye dalıp biber bombasını (içeri atılana ben bomba diyorum) bırakıyorlar. Ve içerde patlayan bir biber gazı bombası son derece ölümcül. Geçenlerde Zonguldak’ta silah satan bir mağazadan biber gazı spreyi aldım, üstündeki talimatta
“Dikkat kapalı yerlerde sıkmayınız, ölümcül olabilir” yazısı vardı.
Kahveye sığınanlar perişan, bu arada kahve çalışanları, kendi gözlerinin yaşarmasını bir yana bırakmışlar, bizlere yardım etmek için çırpınıyorlar. Camlar kırılmış, her şey yerle bir olmuş umurları değil. Onlar gözü yananlara, öksürenlere limon, peçete ve en önemlisi süt taşıyorlar. Sütü hiç sevmem ama gencecik bir garsonun bana uzattığı sütü içtiğimde, kendimi ilk kez anne sütü tadan küçük bir çocuk gibi mutlu hissettim.
O kahve içinde bulunan herkes birbiri için öylesine değerliydi ki, böylesine bir dayanışma duygusu için yeniden yollara düşülebilirdi.
Düştüm de. Bu kez gaz bombası beni Kazancı Yokuşu’nda yakaladı. Gerçekten fazlaydı, öyle ki bir an yolun ortasına oturdum ve ağlamaya başladım.
Birden bir kadın koşarak geldi yanıma, elinde bir şişe, şişenin içinde süt beyazı bir sıvı var, hiçbir şey söylemeden sıvıyı gözlerime sürdü ve ardından beni usulca ayağa kaldırdı. Birbirimize iyi şanslar dileyerek ayrıldık.
Benim Cumhuriyet çalışanlarının yemeğine gitmem gerekiyordu. Yemek Cağaloğlu’ndaydı, bu nedenle Fındıklı’dan aşağı yürümeye başladım. Sağım solum maskeli, gözleri biber gazından kızarmış insanlarda doluydu, mola verip tekrar direnişe geçeceklerdi. Yol üstündeki esnaf ise kapılarının önüne birer hortum çekip direnişçilere su sağlamayı akıl etmişti. Gerçekten mükemmel bir fikirdi, direnişçiler dükkânların önündeki hortumlardan akan sularla yüzlerini gözlerini yıkıyor, kendilerine geliyorlardı. Ve esnaf direnişe yaptığı katkıdan ötürü mutluv mesut gülümsüyordu.
Beni alıp Cağaloğlu’na getiren taksinin şoförü, Tunceli doğumlu bir Aleviydi, epey gaz yutmuştu ama bütün yüreğiyle direnişçileri destekliyordu, çünkü artık burasına gelmişti, en çok da üçüncü köprünün adının
Yavuz Sultan Selim olması sabrının taşırmıştı. Beni Cağaloğlu’nda bıraktı, ben telaştan cep telefonumu onun arabasında unutmuşum, gittiğim yerde bir baktım karşımda, cep telefonumu uzatırken, “Bugünü unutma abla” dedi, “insanlık henüz ölmedi”.
Yemekten sonra İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarından dolanarak yeniden Taksim’e döndüm. Taksim, Cihangir, İstiklal Caddesi hiç bu kadar güzel olmamıştı. Binlerce genç-yaşlı insan hiçbir ideolojinin peşine
\ntakılmadan, kendileri için sokaklardaydı. Ve polis hiç durmadan biber gazı ve tazyikli su sıkıyordu. Polis sıkıyor onlar ilerliyorlardı. Polis sıkıyor onlar birbirlerine daha sıkı kenetleniyorlardı. Ve tek bir slogan hâkimdi: Tayyip istifa!

\n

Gözlerim yanmaya başladı, biber gazının etkisi epeyce bir zaman sürüyor. Evime geldiğimde, saat biri biraz geçiyordu ve daha içeri girer girmez, teneke sesleri ortalığı sardı, ben de yeniden sokağa çıktım. Kadıköy’de boğanın yanında toplanıyoruz. Yolda arabayla gitmek ne mümkün, arabalar yolu tıkamış, insanlar iki tarafımızdan sel gibi akıyor. Nöbete gidiyorlar. Ben de ilerliyorum…
Bu gece İstanbul uyumuyor…
Şimdi biraz uyuyup yeniden direnişe gideceğim. Ama beni karşıdan evime getiren taksi şoförünün sözlerini aktarmadan beni uyku tutmaz: Doğma büyüme Cihangirliymiş. Gezi Parkı’nda az dolaşmamış. Ve AKP’ye oy vermiş ama ne zaman ki Başbakan
“iki ayyaş” kelimesini kullanmış, AKP’den buz gibi soğumuş.
Eh ne yapalım, Başbakan sayı saymasını bilmiyor, bu ülkede
“ayyaş”ların sayısı onun sandığından da çokmuş. Olur böyle hatalar. Bu arada Taksim’de tam karşımda bir polis biber gazı atmaya çalışıyor, bendeniz “hadi at” diyorum, “bu iktidar bir gün sana anneni de biber gazına boğ emrini verebilir”. Polis bir duruyor ve arkasını dönüp başka bir tarafa gidiyor. Bu iktidar bunu da yapar. Artık hiç kuşkum kalmadı.
Hadi artık direnişe.
Bu arada gelin, Türkiye’nin her yerinde, direniş ve vahşi polis şiddeti sürerken, bununla ilgili tek bir haber yayımlamayan, bizi yabancı televizyonlara mahkûm eden, haber kanallarını ve bunların sahiplerini sessizce protesto edelim. Mallarını almayalım, restoranlarına gitmeyelim, gazetelerini okumayalım ve televizyonlarını izlemeyelim. Devletle ve AKP’yle göbek bağını kesemeyen sermaye bir tek bundan anlar. Çünkü onların Allah’ı paradır!
Bu arada, olayları sürekli canlı yayınla ve heyecanı hiç bitmeyen bir program akışıyla sunan Halk Tv’ye kucak dolusu teşekkürler. Çok önemli bir iş yaptınız, devam…

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları