Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Uludere'de yer gök ağlıyor/1
Acı elle tutulacak kadar yoğun
Sırnak’tan sonra kar yağışı şiddetli bir tipiye dönüşüyor ve biz son kontrol noktasına doğru ilerlerken bölgeyi çok iyi bilen gazetemizin Diyarbakır temsilcisi Mahmut, uzanıp arabamızın önünde bulunan basın yazısını kaldırıyor. “Bundan böyle sadece vatandaşız” diyor. Çünkü artık Uludere bölgesine giriyoruz.
Bölgede üç köy var, Gülyazı, Ortasu ve Ortabağ. Çok değil on beş gün önce, bu köylerden ağıtlarla birlikte çoğu çocuk tam 34 cenaze kaldırıldı. Onların üstüne F16’lardan yollanan en ucuzu dört yüz bin dolar olan MK82 ve MK83 bombaları atıldı.
Anaların yürekleri buzayazdı.Babalar sustular, içlerinde derin bir acı, “Biz bu ülkenin yurttaşı değil miyiz” diye sordular.
En çok çocuklar, bildikleri tüm okul şarkılarını unuttular.
Aşk, hayal kurmak, türküler bu bölgeyi terk etti. Geriye öldürücü bir acı kaldı.
Gözyaşları dondu...
Arabamız ilerliyor, Ortasu köyünde Muhtar Mehmet Bey ve acısı hiç dinmeyecek ailelerden bir kısmı bizi bekliyor.
İşte Ortasu’dayız. Bizi karşılayıp geniş bir odaya alıyorlar. Gencecik iki kadın, gözyaşlarını yemenileriyle silip usulca “hoş geldiniz” diyorlar, erkekler gözyaşlarını göstermek istemiyorlar ya da gözyaşları dondu.
Hep birlikte ölenlerin ruhu için Fatiha okuyoruz, ardından gençlerden biri 34 ölünün fotoğrafları bulunan uzun afişi getirip odanın ortasına yayıyor ve sobanın arkasındaki kadınlardan biri, Felek, yüzü bir trajedi kahramanı gibi acıyla dolu, sessizce oğlu Erkan’ı işaret ediyor.
Ardından yanı başındaki arkadaşı Reyhan oğlu Mahsun’u gösteriyor. Ardından erkekler ölen oğullarını, ağabeylerini, kardeşlerini gösteriyorlar.
Odadaki acı, elle tutulacak kadar yoğun, bir süre hiç kimse konuşmuyor, afişi getiren genç adam, omuzları tir tir titreyerek afişi sarıp göğsüne bastırıyor.
Uçan kuşun haberi vardı
Söze önce Muhtar başlıyor. “Bizim buralarda yıllardan beri kaçağa çıkılır ve Gülyazı’daki tugayın komutanından erlere kadar herkes bunu bilir. (Yazarın notu: Bir tugay 3 alaydan oluşuyor, her alayda 3000 asker var.) Ayrıca kaçak yolu, yani sınıra sıfır bölge tepedeki kulelerden açık açık görünür, yani insansız uçaklara gerek yoktur. O yoldan bir gün önce de 150 katır geçti, ertesi gün kırk katırla bizimkiler yola çıktı. 5.30 gibi yoldaydılar, güle oynaya gittiler, anneleriyle, babalarıyla helalleştiler. Cep telefonları açıktı.”
Muhtar sözlerine devam ederken, kapı açılıyor ve yirmilerindeki Davut Encü odaya giriyor, Muhtar “Bundan sonrasını o anlatsın” diyor, “katliamdan kurtulan üç kişiden biri o”.
Davut sözü alıyor, “Köyden yola çıktık, iki kilometre sonra Irak’a geçtik, bir süre malları bekledik, sonra mallar geldi, biz oralarda yaşayan herkesi tanırız, çoğu akrabamız olur, oralarda daha ucuz olduğu için mazot, benzin, sigara, cep telefonu bir de şeker çok alırız. O gün de öyle oldu, mallarımızı katırlara yükledik, yemek yedik, sekiz gibi yola koyulduk, bir saat sonra sınıra geldiğimizde daha önce açık olan üç yolun askerler tarafından tutulduğunu gördük. 15’lik üç grup halinde yürüyorduk. Baştaki grup biz arkadakileri telefonla uyardı. Durduk. Birden askerlerin oradan top atışı başladı, bunun üstüne köydekilere telefon ettik.”
Köyü aradık, feryat ettik...
Sözü burada Muhtar alıyor, “Ben korucuyum, hemen tugay komutanına telefon ettim. ‘Komutanım geçenler bizim çocuklar’ dedim. ‘Biliyorum’ diye cevapladı, ‘bunu Şırnak’a da bildirdim.’”
Davut devam ediyor. “Havan topu ateşi kesildi. Biz bekliyoruz askerler yolu açsın diye, birden büyük bir patlama oldu, bir ses ve ışık ortalığı kapladı, öndekilerin hepsi ölmüştü. Bize F16’lardan bomba atılmıştı. Durduk, arkadaşlarımızın çığlıkları ve can çekişme sesleri geliyordu, cep telefonlarıyla köyü yine aradık, ‘Üstümüze bomba atılıyor’ diye feryat ettik. Kayaların altına doğru kaçtık, birden ikinci bir bomba daha geldi, ardından üçüncü bomba, bu bombanın patlamasıyla ben şans eseri dereye düştüm, öylece kurtuldum. Bizim gruptaki arkadaşlarımız korunmak için katırların altına yatmışlardı, bu nedenle katırlarla bir arada öleyazdılar.”
8 kişi ambulans gelmediği için öldü
Kuzenleri, ağabeyi ölmüş Derviş Encü söze giriyor, “Biz fırlayıp olay yerine ulaştığımızda, gördük ki, el fenerleri hâlâ yanıyor, ölülerimizin parmakları fenerin üstünde donup kalmış, yani çaresizce biz PKK değiliz diye işaret vermeye çalışmışlar.”
Davut, “Bir şey daha var” diyor, “Bombalardan sonra ortalık sessizleşti ve askerler yoldan çekilmişlerdi. Yol açıldı”.
Derviş Encü, devam ediyor, “Biz köycek olay yerine doğru yola çıktık, kadınlar erkekler olay yerine geldiğimizde sekiz kişi yaşıyordu, ambulanslara telefon ettik, bize hep ambulanslar yola çıktı diyorlardı ama ambulanslar yoktu. O sekiz kişi kan kaybından, donarak öldü, ambulanslar sabaha karşı altı gibi bölgeye gelmeye başladılar. Nerede kaldınız deyince, ‘biz çok önceden yola çıktık ama askerler bizi bırakmadı’ dediler”.
Oğlum ve iki kardeşim öldü
Bir süre sessizlik oldu.
Sonra sözü Mehmet Encü alıyor, o bir savaş gazisi. Nüfusu binin biraz üstünde olan köyde dört savaş gazisi var. Mehmet Encü korucu olduğu yıllarda 1998’de korucuların da katıldığı bir sınır ötesi operasyonda, gözünün birini yitirmiş.
“Benim 13 yaşındaki oğlum Erkan öldü, iki kardeşim öldü. Onların ölüsünü sırtımda birer birer taşıdım... Şöyle sözler söylüyorlar, onlar da kaçağa gitmeselerdi. Biz neyle geçinelim bize söyleyin! Meralarımız PKK olayından sonra elimizden alındı. Bir karış toprağımız yok! Bölgede gençlerin gideceği fabrika mı var? Biz ölüm gördük, biz hep yüreğimiz ağzımızda yaşadık. Kim bana yavrumu geri verecek?”
Kim?
Bilgisayar taksidi için kaçaktaydılar
Gene kapı açıldı, Serkan içeri girdi; boynu bükük, sessizce gelip büyüklerin yanına oturdu. Günlerdir susuyor, en yakın arkadaşı Bilal öldü. Artık birlikte bilgisayar oynayacağı, top koşturacağı, hayallerini birbirlerine anlatıp parıltılı gözlerle yeşil çimenlerde yuvarlanacağı kankisi bilmediği bir dünyada. Bilal, o dünyadan buraya seslenemiyor, analar babalar onun melek olduğunu söylüyorlar ama melekler top oynayamıyor ki. Serkan da o günden beri, ne top peşinde koştu ne okula gitti.
Öylece duruyor.
Mahsun öldü, Erkan öldü, Bilal öldü.
Mahsun’un, kardeşi Doğan, “Benim bilgisayarım var” diyor, “ağabeyim ölünce onun bilgisayarı bana kaldı”. Mahsun’un annesi artık gözyaşlarını tutamıyor. Hiç durmadan aynı sözleri yineliyor: “Oğul oğul doyamadım sana, oğul oğul ciğerim yanıyor, oğul oğul bir ses ver oğul. Kurbanı olduğum oğul, ben ölseydim yerine oğul.”
Mahsun’un dayısı gözleri dolu dolu, “Çocuklara neden izin verdik ki” diyor. “Yalvardılar, bu seksen liraya ihtiyacımız var” dediler. Garibanlarım, bilgisayarlarının taksiti için, ölüme gittiler.
Serkan artık dayanamıyor, Doğan’ın elinden tutup, dışarı çıkarıyor. İki çocuk yoğun kar yağışı altında, yan yana duruyorlar. Yaşadıklarını yaşam boyunca asla unutmayacaklar. Artık onların çocukluğu da bitti. Ölüm onları birdenbire büyüttü.
Artık ne kartopunun önemi var ne de okula gitmenin.
Kimse kimseyi teselli edemiyor
Felek, “çocukların öğretmenleri de perişan oldu” diyor. Kızcağız, geride kalanlara ne söyleyeceğini şaşırdı. Okul hiç olmadığı kadar sessiz, çaresiz kaldı.
Odanın içinde katmerlenerek artan bir acı var. Kimse kimseyi teselli edemiyor.
Akrabalarının cenazeleri için askerlik yaptığı Malatya’dan gelen Derviş, hâlâ olayın şokunu atlatamamış, ona durumu Malatya’daki komutanlar söylememiş, daha doğrusu kimseler bir şey söyleyememiş. Derviş, ölümleri Urfa’da otogarda duymuş, Urfa’dan Ortasu’ya gelene kadar ne yaptığını, zamanın nasıl geçtiğini hatırlamıyor. Sürekli ağlamış…
Derviş iki gün sonra, kışlasına dönecek ve şimdiden dert etmeye başlamış, ya onu sınırdaki bir karakola gönderilerse? O ne yapacak? Ya karşısına kaçaktan dönerken bombalanan yeğenleri gibi bir küçücük oğlan çocuğu çıkarsa ne yapacak? Komutan, hadi onu vur derse, o ne yapacak?
Zaten kıtadan hiç kimse, bir telefon edip “Başın sağ olsun kardeşim” dememiş.
Bir başsağlığını bile ona çok görmüşler. Sanki onlarla aynı karavanayı paylaşmamış gibi, aynı yolları arşınlamamış gibi, onu, tıpkı ölüleri gibi dışlamışlar.
Odadakilerin hiçbiri Derviş’i teselli etmeye kalkışmıyor, “Bizi de ölülerimizi de yok saydılar” diyor, Muhtar.
“Ölüye saydılar bizi.”
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da aile katliamı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- İstanbul'un 7 ilçesinde yarın su kesintisi uygulanacak
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!