Hikmet Altınkaynak

'Saat Kaç?'

02 Ocak 2009 Cuma

Böylesine talan edilen bir ülkede her şeyi satıp ülkeyi yıkımın eşiğine getirenlere karşı 29 Mart 2009 seçimleri büyük bir fırsat sunuyor. Bunun için ülke geleceğini sağlam temellere dayandırma adına yurdunu seven herkes özveride bulunmalıdır. Sayın Karayalçın’ın Ankara’da, Sayın Büyükerşen’in Eskişehir’de sorumluluk duyan herkes tarafından desteklenmesi ilk adım olmalıdır.

Her yeni yıla girerken gelecekle ilgili güzel duyguları herkesle paylaşma gereksinimi duyuyorum. Böyle bir duygunun da herkeste doğal olarak var olduğuna inanıyorum. Şimdi diyebilirsiniz ki, öyle kötü günlerden geçiyoruz, öyle berbat bir yılı geride bırakıyoruz ki, gelecekle ilgili nasıl kaygı duymadan güzel günlerden söz edebiliriz?

Yerden göğe kadar haklısınız. Ben de buna yürekten katılıyorum!

Bugünlerde yeniden okuduğum bir güzel roman ile görmekten mutluluk duyduğum bir güzel sergi, aslında beni de benzer düşüncelere yöneltti. Belki biraz da bu nedenle bu yeni yılı daha da güzel duygularla paylaşma, sizlere bir selam gönderme isteğim arttı...

Bilirsiniz, Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” romanı Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma sürecini anlatır. Romanın adıyla belirlenen “Üç İstanbul”, gerçekte İstanbul’un üç ayrı zaman dilimidir ve romanda geçen üç ayrı mekânın insanlarını, bu insanların siyasal, sosyal ve kültürel yaşamını yansıtır. Bu dönemlerden ilki 2. Abdülhamit’in baskıcı (istibdat) dönemi, ikincisi özgürlüklerin elde edildiği Meşrutiyet dönemi, üçüncüsü de Ateşkes (Mütareke) dönemidir.

Üçüncü dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve Sevr Antlaşması’yla sonuçlanır ki, tam 100 yıl önce yaşanan bu olay, günümüzde sanki Türkiye Cumhuriyeti için yeniden sahnelenmek istenmektedir. Böylece de bir ekonomik ve siyasal Kurtuluş Savaşı karşımıza ister istemez çıkmaktadır.

Bunun bilincine varmak için de gündemin izlenmesi, bunu kimlerin istediğinin belirlenmesi, bu gündeme “Saat Kaç?” gözlüğüyle bakılması gerekir.

Sergiye gelince…

Sanatçı Cengiz Çekil’in “Saat Kaç?” adını verdiği Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’ndeki sergisini gezmekten mutluluk duydum, çok şeyler öğrendim.

Sergide yer alan “Saat Kaç?” tablolarındaki gazete haberlerinin toplumu geçen zaman konusunda ve ülkenin yitip gitmekte olan geleceği konusunda nasıl uyardığını da anlam katmanlarını bir araya getirerek ben duyumsadım.

Doğrudan olmasa da size de “Saat Kaç?” dedirttiğini ben yaşadım.

“Üç İstanbul”da 2. Abdülhamit’in Maliye Nazırı Sıddık Paşa, romanın başkahramanı Adnan’ın, kızı Süheyla’yı isteyeceğine inanınca, onunla içten bir sohbete girer ve Maliye’ye atandığı zaman imparatorluğun kasasında sadece 17 lira olduğunu söyler, Abdülhamit’i eleştirir, Tevfik Fikret’e hayranlığını dile getirir. 17 lira, günümüzdeki parayla diyelim ki 17 milyar olsun! Kişi başına düşen milli gelirimiz 10 bin dolar oldu ya!? Bu miktar bir kişinin bir yıllık geliri değil mi!? Olsun.

IMF’den borç istemiyor mu?

Osmanlı Maliyesi’nde işte bu kadar bir para vardır! Komik bir rakam olarak görünse de bugün, bizim borçlarımızı düşünürsek, o para bile olağanüstü çok sayılmalıdır. Çünkü günümüzde Hazine’nin cari açığı 50 milyar dolar, özel sektör de içinde devletin dış borçları 500 milyar doları bulmuştur! O dönemde padişah iradesiyle REJİ’den borç dilenen devlet, şimdi de benzer bir yolla IMF’den borç istemiyor mu?

O halde mali durumumuz değil 2002’den önce, 100 yıl öncesinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun batmakta olduğu süreçten de kötüdür. O zaman, ulusal birlikten söz edilebilir mi? O zaman kriz bize teğet geçer denilebilir mi?

İşte böylesine talan edilen bir ülkede her şeyi satıp ülkeyi yıkımın eşiğine getirenlere karşı 29 Mart 2009 seçimleri büyük bir fırsat sunuyor. Bunun için ülke geleceğini sağlam temellere dayandırma adına yurdunu seven herkes özveride bulunmalıdır. Sayın Karayalçın’ın Ankara’da, Sayın Büyükerşen’in Eskişehir’de sorumluluk duyan herkes tarafından desteklenmesi ilk adım olmalıdır.

Sayın Oktay Ekinci’ye DSP’nin önerdiği İstanbul, Fatih ya da Beyoğlu belediye başkan adaylığı hâlâ gündemdeyken ayrıca 120 sivil toplum örgütü de bunu desteklerken, konunun bir başka muhatabı Sayın Baykal’dan hiç ses çıkmaması, sizce de garip değil mi?

Geleceğimize ışık tutalım

Cengiz Çekil, sergisine “Saat Kaç?” adını vermiş, geçen zamanın hangi labirentlerden geçtiğini şekillendirmiş ama mesaj ucunu sanat alıcısına, bizlere bırakmış.

O durumu “alaca” olarak saptamış. Biz geçen zamanın yitirdiğimiz zaman olmamasını çabalarımızla göstermeliyiz, diye düşünüyorum. Değilse, geçen zamanı geri getirmek imkânsız! Dahası üstat Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuzbeş Yaş” şiirinde dediği gibi, zaman “Yalvarmak yakarmak nafile bugün/Gözünün yaşına bakmadan gider.”

Evet, kötü günlerden, kötü yıllardan geçsek de yaşamımızda umutsuzluğa yer olmamalı. “Üç İstanbul”u okursanız bir büyük imparatorluğun nasıl yıkıldığını görürsünüz, yalnız “karşıdan değil, yandan da gelen düşmanlara” hazırlıklı olursunuz. Birbirimize daha çok “Saat Kaç?” diyelim ki, o sabahın olacağı, güneşin doğacağı “an”ı yakalayalım ve geleceğimize ışık taşıyalım. İçtenlikle kutluyorum, Prof. Dr. Cengiz Çekil de sergisiyle bunu yapıyor.

Yeni yılınızı kutlarken 2009’un kendimize, sevdiklerimize, ülkemize, insanlığa; sevgi, dostluk, barış, esenlik, bolluk ve ışık getirmesini dilerim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okullar tatildeyken... 26 Ocak 2023

Günün Köşe Yazıları