Feyzi Açıkalın

Hristiyanlıkla ilgili bişey…

07 Ocak 2025 Salı

 

Balat’taki Epifani töreni yani Rum Ortodoks Patriği’nin denize atacağı haçı soğuk sudan çıkarıp alabilmek için güzel bir gündü. Cemaat henüz kilisede dua etmekte olduğu için, denize haçın atılacağı bariyerlerle çevrilmiş alanın çevresindeki polisin sayısı katılımcılardan daha fazla görünüyordu. Girişteki polis, güvenlik nedeniyle belirlenen tek yönlü girişi tarif ederken, “Ayin için mi geldiniz?” diye sordu. “Elhamdülillah…” diye söze başlayacaktım ki, gülerek “Yok, yalnızca fotoğraf çekmeye geldim” dedim, nedense!

O sırada, ziyaretçilerden sıkışmış araç trafiğindeki aracından dışarı sarkan bir adam, genç polise oradaki insan yoğunluğunun nedenini soruyordu. Polis bir an yutkundu ve kısaca, “Hristiyanlıkla ilgili bişey!” diye yanıtladı. Kamyonetin içindeki adam, “Bizlik bişey yokmuş!” diyerek arkasını döndü.

Kimliğinde Müslüman yazan bizler için de bizlik bir şey yoktu ama en azından kültürel bir aktivite olarak ilgimizi çekiyordu. Hristiyan dünyasının İsa’nın doğumundan 12 gün sonra kutladığı Epifani, İstanbul’da Rum Ortodoks Kilisesi’nin önderliğinde gerçekleştirilmekteydi. Son bölümündeki denizden haç çıkarma ritüeli ise görsel niteliğiyle ilgi çekmekte ve çok yoğun izleyici almaktaydı.

Dini bütün Hristiyanlar(!) sabahın erken saatlerinde gelip kilisedeki törene katılırlarken, Müslümanlıktaki ‘binamaz’ olan bizim gibiler duaya katılmayıp deniz kenarındaki bariyerin arkasında yerlerini almışlardı. Saatler geçtikçe saflar sıklaştırıldı. Deniz kenarında ise sahne kurulmaktaydı. Elinde telsizi olan Kosta’lar Niko’lar, belediye görevlileriyle birlikte koşuşturuyorlardı. Farfara diye nitelenebilecek bir telaş ve hafiften estirilen kaotik havanın sonunda birbirlerine sarılıp gülmeleriyle, tören tam Ortodoksluk kokuyordu. Katolik bir Anglo-Sakson ülkesinde asla görülmeyecek genişlik ve rahatlık…

Bariyerin arkasında yoğun bir Rumca ve beraber geldiği genç kızları yumuşak sesi ve bilgisiyle etkilemeye çalışan genç erkeklerin Türkçeleri duyuluyordu. Yanımdaki Rum kadının üstünden geçen uçak için “Aaa planör geçiyor” diyerek telefonuyla fotoğraf çekmeye çalışmasından, onun da bizden olduğunu anlayacaktık. Bir başkası denizden çıkanlara hediye olarak da verilen havluları göstererek, “Onlar peçetes mi?” kabilinden söylediğini, diğeri büyük olasılıkla “Hayır, havlu” diye yanıtlamış olmalıydı.

Saatlerce süren bekleme sırasında gittikçe sayısı artan kalabalık, çok hoş insanlardan oluşmaya başladı. Sıkışık düzende ayakta beklenirken, fermuarlı mont cebinden kolaylıkla alınabilecek cüzdan ve telefonun, bu insanlarla birlikteyken güvende olduğu duygusu insanı biraz burkuyordu! Türkiye’nin her yeri böyle olmalıydı. Hem öncesinde hem tören sırasında sürdürülen saygılı sessizlik de övgüye değerdi. Orta yaşlardaki, kent soylu görünümlü, kimliği kesinlikle Ortodoks olmayan, Türkçe konuşan bir kadının fotoğraf çekemediği için ön sıradakileri uyarması tek istisna oldu. Tabii kuralı bozamadı; bozdurtmadım!

Derken arkadan çan sesi gelmeye başladı. Yine, Avrupa’daki benzerlerinden farklı olarak, Beyoğlu’ndaki tramvay vatmanının takılıp kalmış uyarıcı çan sesi benzeri bir melodi ortalığı kapladı. Patrik geliyordu. Gelen kişiye Patrik deneceğini, Kosta’lardan birisi fotografçıların yerleştirileceği tekneleri ayarlarken, “Patrik hazretlerinin fotografçısının bineceği tekneyi boşaltın” demesiyle öğrenmiştim. Dediği olmadı tabii; o tekne de doldu!

Patriğin gelişi her yönüyle bir film sahnesi gibiydi. Patriğin, rütbe olarak ceketinin omuz bölümüne büyük bir haç dikilmiş baş korumasının, bariyer arkasından atılan bir lafa kızgınlıkla bakarak yanıt vermesi buram buram bizim coğrafya kokuyordu. Cemaat duaları büyük bir dinginlikle dinledi. Sonuna doğru halktan katılanlar oldu. Derken ne olduğunu anlamadan hemen kıyıda suyun içinde bir kargaşa başladı. Patrik haçı ustaca fotografçıların hemen önüne atmış ve o kapışma sahnesinin netlikle karelere girmesini sağlamıştı. Soğuk sudan çıkanlar peçetelere(!) sarılıp Patriğin elini öperek hayır dualarını aldılar. Patriğin, bir ara arkasını dönüp halkı kutsamasından biz de nasibimizi almıştık. Patrik tören alanını yürüyerek terk ederken haç ve ezan sesi birbirine karışmıştı…

Tramvay ile dönerken dinin sosyolojik etkisini düşünüyordum. İslam’ın bütün şartlarını giysileriyle yerine getirmiş bir genç kadının, tramvayı doldurmuş Rum vatandaşlara sertlikle bakışına takıldı gözüm. Farklılıkları aynı coğrafyada barış içinde yaşatmada dinin etkisini sorguladım. Hoşgörü kelimesinin gerçekliğe dökülmesinde dinin yerine neyin geçebileceğini bulmaya çalıştım. Buldum ‘bizlik bişeyler!’

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Birden fazla Vietnam 19 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları