Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Petrol Fiyatları - Finansal Kriz Tehlikesi

01 Aralık 2014 Pazartesi

Haziran ayında 110 dolar civarında seyreden ham petrolün varil fiyatının birkaç ay içinde 80 doların altına düşmesiyle birlikte yine tartışmalar canlandı.
Petrol fiyatında ortaya çıkan belirgin, ani değişikliklerin önemli ekonomik, siyasi nedenlerle ilişkilendirilmesi, küresel çapta ortaya çıkacak sonuçları üzerinde spekülasyonların yoğunlaşması kaçınılmaz. Ek olarak, bu kez, dünya ekonomisi 2007 yılında patlak veren bir finansal krizin uzun dönemli sonuçlarıyla boğuşurken petrolün fiyatındaki bu düşüş, yine Amerika’dan kaynaklanacak bir yeni finansal kriz olasılığını gündeme getiriyor.

Kaygılar, teoriler...
Dolayısıyla da geçen haftanın önemli tartışma konularından birini de petrol fiyatları, OPEC toplantısı oluşturuyordu. OPEC toplantısından, üretimi kısmaya yönelik bir mutabakat çıkmadı. OPEC toplantısının hemen arkasından, ham petrolün varil fiyatı 70 doların altına indi, kısa bir süre için 68 dolarla son 4.5 yılın en düşük seviyesini gördü. Dahası yeni yılın ilk yarısında petrolün varil fiyatının 60 doların da altına inebileceği söyleniyor.
Dünya ekonomisi ağır bir borç yüküyle, “uzun durgunluk” ile boğuşurken petrolün fiyatının düşmesini, hem doğal bir gelişme, hem de iyi haber olarak görmemiz gerekir değil mi? Nitekim, JP Morgan Varlık Yönetimi araştırma bölümüne göre, petrol fiyatlarındaki gerilemeler bu yıl dünya ekonomisinin toplam yakıt maliyetini günde 1.8 milyar dolar düzeyinde azaltıyor (The Daily Telegraph, 14/11/2014). Ama geçen hafta, Financial Times’dan Wall Street Journal’a kadar finans-ekonomi gazetelerinin yorum yazılarında “bankaları zorluyor”, “piyasaları salladı”, “kaya kazı, hidrolik kırma sondaj şirketleri zor durumda”, “ABD ekonomisinde toparlanmanın sonu olabilir mi” daha eleştirel yayınlarda da “fiyat savaşları” gibi başlıklar çok yoğun biçimde görülüyordu.

‘Fiyat savaşları’
Bu teorinin iki versiyonu var: Birincisi, ABD petrol endüstrisinde, kaya kazı, hidrolik-kırma yöntimi ile petrol çıkarma, katranlı kumlardaki petrolü işleme gibi alanlarda başlayan “hidrolik kırma devrimi” (fracking revolution), Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri gibi güvenlikleri ABD’nin petrole verdiği öneme dayanan petrol üreticisi, ihracatçısı ülkeleri kaygılandırıyor.
Bu kaygılarda da haklılar. ABD, 2005 yılında likit enerji tüketiminin yüzde 60’ını ithal ederken bugün bu oran yüzde 21’e düşmüş (WSWS, 28/11/2014). Yeni açılan sondaj alanları, yeni teknikler sayesinde ABD’nin 2013’te günlük petrol sıvıları üretimi 7.5 milyon varil olurken bunun 2020’de 14.2 milyon varile yükselerek Suudi ve Rusya üretimini geçmesi bekleniyor. (Telegraph, age)
Bu gelişmeler enerji piyasalarında dengeleri etkiliyor. Nijerya gibi Afrika ülkeleri çıkardıkları petrolü ABD’den daha çok Uzakdoğu’ya göndermeye başlıyorlar. Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri piyasalarını koruyabilmek için fiyatları kırmaya devam ediyor.
Daha radikal bir önlem olarak, OPEC’in yönetiminde belirleyici olabilen bu ülkeler, dünya ekonomisindeki durgunluk ve zayıf talebin basıncı altındaki petrolün fiyatını, “hidrolik kırma” ile çalışan ABD şirketlerinin üretime kârlı biçimde devam edebilecekleri sınır olarak düşünülen 80 dolar varil fiyatının altına itiyorlar.
Fiyat savaşları teorisinin ikinci versiyonunda, ABD ve Suudi Arabistan-Körfez ülkeleri, petrol fiyatlarını, Rusya’yı, İran’ı sıkıştırmak için düşürüyorlar. Rusya maliye bakanı da petrol fiyatlarından dolayı ülkesinin bu yıl yaklaşık 100 milyar dolar kaybettiğini, ekonominin büyüme hızının yüzde 0.5’i geçmeyeceğini söylüyor (Wall Street Journal, 25/11/2014). Buna karşılık, Rus enerji devi Lukoil’in genel başkan yardımcısı Leonid Fedun, OPEC’in Rusya’yı değil, ABD’nin kaya gazı sanayiini hedef aldığını düşünüyor. Petrolün varil fiyatının yeni yılın ilk yarısında 60 doların altına ineceğini tahmin eden Rosnef’in CEO’su Igor Sechin (Financial Times 28/11), “fiyat düzeyi bizim için henüz kritik değil diyor” (Wall Street Journal age).
Ben, birinci versiyonda, ABD’ye bu kadar bağımlı ülkelerin ABD’nin son dönemde, üzerine hegemonya restorasyonu projeleri kurduğu bir sanayi dalını açıkça hedef alabileceklerine inanmakta zorlanıyorum. İkinci versiyonda da Rusya’ya baskı yapmaya çalışırken ABD’nin esas yükselen güç Çin’in ekonomisini destekliyor olması gibi bir sorunu var. Çin petrol gereksiniminin yüzde 60’ını ithal ediyor. Merrill Lynch’in hesaplarına göre, petrol fiyatında her yüzde 10’luk düşüş Çin’in büyüme hızına yüzde 0.15 katkı yapıyor, enflasyonu yüzde 0.25 düşürüyor, cari dengeyi yüzde 0.2 iyileştiriyor (Peoples Daily-Xinhua, 28/11). Xinhua ajansı, petrol fiyatlarının, Çin için gıda malları tedariki (dolayısıyla toplumsal istikrar) açısından çok daha önemli bir etken olduğunu vurguluyor. Peoples Daily’nin bir yorumunda da yalnızca kaybedecek olanlar anlatılırken Çin’in adının geçmiyor olması da anlamlı.

‘Hidrolik kırma devrimi’
Bu ABD’yi enerji tedariki alanında bağımsızlaştıracağı iddia edilen “devrimin” kullanılan tekniklerin yaklaşık 50 yıl eski olması bir yana ilginç bir özelliği daha var. Petrol fiyatları gerilemeye başlayınca bu “devrimin”, aslında kolay kredi, düşük faiz, mali genişleme karışımından oluşan çok kırılgan bir ortamın ürünü olduğu ortaya çıkmaya başladı.
Enerji malları şirketlerinin “Junk Bond” (yüksek kârlı-yüksek riskli kredi) piyasasındaki payı 2010 yılında yüzde 18’den, şu günlerde yüzde 29 düzeyine yükselmiş. Telegraph’tan Andrew Critchlow’a göre, “ABD’nin gaz ve petrol üretimindeki göz kamaştırıcı artış bu savurgan borçlanmanın ürünü.” Şimdi hem petrol fiyatları bu “devimi” ayakta tutan kâr oranlarının dayandığı sınırın altına iniyor, hem de bu savurgan ortamın sonuna geliniyor. Daha şimdiden, BP, Chevron ve SeDrill gibi dünyanın en büyük sondaj platformu sahibi şirketlerin hisselerinden sırasıyla yüzde 17, 11, 23 gibi gerilemeler gürlüyor (Financial Times, 26/11). Deutsche Bank’ın yaptığı bir “stres-testi” araştırması, varil fiyatının 60 dolara inmesi halinde, sektörün “Junk bond” piyasasından beslenen firmalarının yüzde 30’unun batabileceğini gösteriyor.
Daha şimdiden Barclays Bank ve Wells Fargo’nun, yalnızca iki şirketten kaynaklanan 850 milyonluk bir batık alacakla karşılaşması, yüksek riskli bono piyasalarında (Junk bonds) satışlar hızlanırken sigorta fiyatlarının hızla yükselmeye başlaması yeni bir mali kriz olasılığının hızla artmakta olduğunu düşündürüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump! Nasıl yani? (2) 14 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları