Zafer Arapkirli

‘Sevgili Fazıl…’

21 Ocak 2019 Pazartesi

Bu başlık, Sayın Fazıl Say’a yazılmış bir mektubun hitap satırı değildir. Zaten, kendi adıma bu ülkenin yetiştirdiği en büyük besteci ve vitrüözlerden birine yüz yüze hiç tanışmadığım halde “Sevgili…” diye hitap etme çiğliğine ya da saygısızlığına tevessül edemem.
Çünkü o tür bir hitabın altında, uzun süreye dayalı bir tanışıklık, muhabbet ve hatta “omuzuna elini atacak” denli bir samimiyet iması yatar.
İşin bu yanını burada bırakalım.
Cuma gecesi Ankara Congresium’da yaşanan sahneler, bir konserin çok ötesinde çok sayıda imge, simge ve siyasal-sosyolojik-psikolojik kodu birlikte içinde barındırır ağırlıktadır.
Fazıl Say’ın annesi Sayın Ayşe Güngür Say Hanımefendi’nin vefatı ile başlayan bu olaylar zincirinde, çok anlamlı kilometre taşları yaşandı. Cenazenin akabinde Sayın Cumhurbaşkanı’nın Fazıl Say’a “sıcak ve samimi” (bu ifadeyi kullanan Fazıl Say’ın kendisi) taziye telefonu, aralarında bir tür yeni hukuk yaratmış görünüyordu. “Yeni hukuk” dememin sebebi, yıllar önce “Akşam Ezanı” temalı bir rubaiyi içeren, Say’ın attığı bir tweet üzerine başlayan tartışma ve linç kampanyası nedeniyle yargıda süründürülen bir sanatçının içine düştüğü sıkıntıda, aynı Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu ülkede öncülük ettiği yeni ortam ve iklimin ve yeni “müesses nizam”ın etkisi herkesin malumudur.
Geçen hafta yazdığım “Kaçınılmaz Kutuplaşma”da, Sayın Say ve Sayın Erdoğan birbirinin tam zıddı kutuplarda yer alan iki kişi durumundadırlar.

***

O telefonun ardından, Sayın Say’ın yaptığı konser davetine, uzun süren sessizlik ve belirsizliğin ardından Sayın Cumhurbaşkanı’nın icabet etmesi, pek çok kişinin takdirini kazanmış görünmekteydi. Zaten amaç da buydu: “Kutuplaşmayı giderici, kucaklaştırıcı, gergin havayı yumuşatıcı” bir açılım yapmak.
Ama geçmişteki her açılımın sonrasında (Ermeni, Kürt, Alevi, Yenikapı vs.) kısa sürede (üç vakte sonra) yine “Eyyy!.. Noktası”na geri dönmesi ile maruf bir siyasi liderin bu sefer de samimiyetinden kuşku duyanların sayısı da az değil. Olaylar zincirinde, araya bir de Sayın Rutkay Aziz’in , “Erdoğan, bir gün Mozart ya da Beethoven dinlesin fena mı olur” mealindeki demeci de, bir tür meydan okuma ya da bir tür “Yaşam tarzı karşıtlığını hatırlatıcı” bir çıkıştı.
Ve Sayın Cumhurbaşkanı bu “resti” görüp, Truva Sonatı’nın Ankara premiere’ine gitti. Yanına da ailesini ve ABD’den gelen konuk senatör Lindsay Graham’ı alarak.
Fazıl Say, bu daveti yaptığı, sahnede “Sevgili Fazıl…” muamelesine uğradığı, bir de üstelik “beste ısmarlaması” emrivakisi ile karşı karşıya kaldığı için eleştiriliyor. O salonda, o sahnede, ülkenin yarısının tasvip etmediği bir otoriter siyasetçi ile “sıcak teması”nı doğru bulmayanlarca, “Neden malum ‘Mozart Zulmü’ tartışmasında belli bir saf tutmadı?” diye Say’a dudak büküldü…
Ben, Sayın Say’dan “Protest-politik bir duruş ve tavır beklenmesi” gerektiğinden pek emin değilim. Herkesin öyle bir zorunluluğu olmayabilir. Say’ı da yakından (yani ‘Sevgili Fazıl’ düzeyinde) tanımam. Olabilir. Belki bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın taziye telefonundan çok etkilenmiş ve “uzatılan sıcak ele mukabele” etmek istemiştir.
Sayın Cumhurbaşkanı da, bence ziyadesiyle sorgulanabilecek, kimine sahte kimine dürüst gelebilecek bir “samimiyet gösterisi” babında o konserde görünmek istemiş olabilir (bkz. Cross-Dressing başlıklı 11 Ocak 2019 tarihli yazım).

*** 

Ama şunu bilirim:
Sayın Fazıl Say’ın temsil ettiği kültürel geri plan, orada, o gece, o sahnede, o muameleye maruz kalmayı (yani olası bir siyasi kullanılmışlık görüntüsü) hak etmiyordu. “Sevgili Fazıl…” hitabı bence hak edilmemiş bir kibirli tepeden bakma gösterisiydi. Neticede, üç gün (üç vakit) sonra “Bir muhalif ya da hoşa gitmeyecek tweet’e bakar” malum makam ve malum cenahça yeniden aforoz edilmesi.
Ve o gece, o salondaki davetlilerden bir tekinin bile bence son derece anlamlı olabilecek bir sessiz protesto ile ayağa kalkıp o tiyatroya alet olmayı reddetmemesi de not alınmalıdır. “Zorunda mıydılar?..” tartışırız.
Fakat dün sosyal medyada, benim için “abide sanatçı” konumundaki “Gezi Direnişi Piyanisti” Sayın Gülsin Onay Hanımefendi’nin şu notu, içimi aydınlatmıştır.
Tarihe not niteliğindeki o video görüntülü mesajı alıntılayarak bitireyim:
“Beethoven Ayışığı Sonatı..
Karanlıkta bile aydınlığını dolunay misali yansıtabilen Ulu Önder Atatürk’ümüze ithafen.. Kendisi huzurunda çalabilmeyi ne kadar isterdim…”
Budur…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları