Özdemir İnce

Meselenin sorununun problemi (4)

14 Ocak 2025 Salı

Yazı dizisinin bu ciddiyetsiz adını boşuna koymadım. Cumhuriyet devletinin makamları ile isyancı PKK üzerinden ve gıyabi temsilcileri arasında yapılan koklaşmaların “barış görüşmeleri” olarak adlandırılması tepemi attırıyor. Barış görüşmeleri iki eşit devlet ya da makam arasında yapılır. Silahlı bir eşkıya ile barış görüşmesi değil, “teslim koşulları görüşmesi” yapılır. Bu nasıl Türkçe? Görüşme (!) eşkıyanın kirvesi DEM Parti heyetiyle yapılıyor. DEM Parti heyetinde yer alan kimseler devlete neden küsmüşler acep?

Bir ulus devletin kimliğini, pasaportunu taşıyan ama bu devletin vatandaşı olduğunun bilincinde olmayan bir kesim eşit vatandaşlık dışında ne isteyebilir ki?

1- Eşitsizlikten doğan vatandaşlık sorunlarının giderilmesi,

2- Özerklik,

3- Federasyon,

4 -Bağımsızlık.

 “Kürtçücü” olarak tanımlamakta özgür olduğum kesimin ne istediği belli: Bir “yeni anayasa” ve bu yeni aynayasada yer alacak “garanti maddeleri”. Hoppala! Neyin garantisi olarak? Ağızlarında geveliyorlar ama yeni anayasada “ortak kurucu etnisite” sıfatıyla anılmak istiyorlar. Eğer böyle bir nitelikleri olsaydı ya da “ehil” olsalardı 1924 Anayasası’nda kendilerine bu sıfat verilirdi. Ama neyse!

Dönemin büyük bilgini Kürt İdrisi Bitlisi zamanına dönelim isterseniz: Ne istediğini bilememek şaşkınlığı o zaman da söz konusudur. Buna tanık ve kanıt olarak Osmanlı Devleti ve Kürtler1 adlı kitaptan uzun bir alıntı yapacağım. İyi okumalar:

[Bu ilişki ağının başlangıç noktasını Safevilere karşı kullanılan dilin ve terminolojinin değişmesi oluşturmaktadır. Sultan Bayezid döneminde Şah İsmail ve Erdebil Tekkesi’ne yönelik kullanılan yumuşak dilin aniden değişmesi ve bu değişimin öncülerinden birinin İdrisi Bitlisi olması dikkate alınmalıdır. Yukarıda değindiğimiz gibi Osmanlı Devleti’nin bölgeye gelmesinde Kürtlerin çağrılarının rolü de Osmanlı-Kürt ilişki ağının ilk şekillenişini etkilemiş olmalıdır. Bu süreçte yaşanan örnekler de ittifak-tabiiyet ayrımına dair önemli ipuçları sunmaktadır. Bitlis Miri Şerefhan 1514’te Tebriz’de Sultan Selim’e bağlılığını bildirdikten sonra, Bitlis Kalesi ve kendi hanedanına bağlı diğer yerleri Safevilerden temizlemiş, ardından Safevilere bağlı emirliklerle, muhtemelen stratejisini kendisinin belirlediği, bir mücadeleye girişmişti. Henüz Bıyıklı Mehmed Paşa’nın atanmadığı ve bölgede Osmanlı hâkimiyetinin tesis edilmediği bu dönemde Şerefhan, muhtemelen kendini Osmanlı Devleti’nin bir müttefiki olarak kabul ediyordu. Bir diğer örnek; Çaldıran Savaşı’ndan sonra İdrisi Bitlisi’nin Sultan Selim’den beylerbeyi rütbesinden birini bölgeye yönetici olarak ataması talebidir. Sultan Selim’in, bu talebe Kürt mirlerinin kendi aralarından birini seçsinler şeklinde karşılık vermesine rağmen, Bitlisi bütün mirlerin “Yalnız ben olayım, benden başkası olmasın” yaklaşımında olduğunu, bundan dolayı Kürtlerin kendi aralarından böyle birini seçmelerinin mümkün olmadığını ifade eder. Hatta bu durum Selimname’de, Kürtlerin kendi aralarında uzlaştıkları tek konunun “tevhid ve peygamberin ümmeti olmak” olduğu bunun dışında hiçbir şey üzerinde ittifak edemedikleri şeklinde çarpıcı bir dille anlatılır. Bitlisi’nin bu açıklamalarına sebep olan talep, henüz Diyarbekir alınmadan önce İdrisi Bitlisi’nin başkanlığında Hasankeyf Miri Melik Halil Eyyubi, Bitlis Miri Şerefhan, Hizan Miri Davud ve Sason Miri Ali Bey, Nemran Miri Abdül Bey’in ve İzzeddin Şir Bey’in oğlu Mir Melik Abbas’ın katıldığı bir toplantıda Kürt mirlerince bölgedeki Safevi bakiyesiyle mücadele için yapılmıştı. Kürtlerin kendi aralarından birini beylerbeyi olarak kabul etmeyecekleri anlaşılınca Bıyıklı Mehmet Paşa bölgeye vali olarak atanmıştı. Belirtmek gerekir ki Kürt mirlerinin bu talepleri gelenekçi haklarından vazgeçmeyi düşündükleri anlamına gelmiyor, Safevilere ve Alevi Türkmenlere yönelik Osmanlı desteğini almak istediklerini gösteriyordu. Bu gelişmelerin tarihsel önemi, bir araya gelmeleri çok zor olan Kürt mirlerinin, Osmanlı’yla ittifak konusunda bu denli geniş bir birliktelik sağlamış olmalarıydı. Muhammed Emin Zeki Bey, bu hususa dikkat çekerek Osmanlı’nın Kürt mirleriyle anlaşarak ve Kürtlerle savaşmadan Kürdistan hâkimiyetini tesis etmesini tarih içinde bir istisna olarak değerlendirir. Şerefname’de konuya farklı yaklaşılır ve Kürdistan’da hâkim olmak isteyen sultanların Kürtlerin ülkesine göz dikmedikleri ve istila etmedikleri; yalnız Kürtlerin vergileri ve sembolik bağlılıklarıyla yetindikleri ifade edilir ki Osmanlı-Kürt ilişkilerinin 16. yüzyıldaki seyri de buna uygundur. Tüm bunlar Osmanlı Kürt ilişki ağının, sonradan tabiiyete evrilen bir ittifak ilişkisi olarak başladığına dair kuvvetli göstergeler olarak kabul edilebilir.]

Bir DEM Parti ileri geleni (Galip Ensarioğlu) anayasanın 66. maddesine karşıymış: “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” lafı bir üst kimliği, Türkiyeliliği değil, etnik bir kimliği tarif ediyor. Bu bir tartışma konusudur” demiş.

Anayasa maddesine “laf” diyecek kadar densiz olan bu cahil adama okuduğunuz yazı haddini bildirmektedir. Türk olmak istemiyorsa kurabilirse bir Kürt devleti kursun ve bizi kendisinden kurtarsın.

1- Osmanlı Devleti ve Kürtler, İbrahim Özcoşar-Shahab Vali, Kitap Yayınevi, 2017, s. 16-17.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları