Zafer Arapkirli

Mesele ‘ezan’ değil, dedem...

12 Kasım 2018 Pazartesi

Siyasi partilerin tarihinde önemli dönemeçler, kavşaklar vardır.
Bu, kimi zaman bir seçim zaferi ya da yenilgisidir, kimi zaman bir hizipleşme hareketi, bir liderlik yarışı, kimi zaman da önemsiz gibi görünen tek bir olayın yarattığı sarsıntıdır.
Parti boyutundaki siyasi oluşumlar, yaşayan canlı organizmalardır. Bu tür sıradışı hareketliliklerden yararlanabildikleri ve akıllıca kullanabildikleri oranda, gelişir, evrilir, daha pozitif yönde ileri gidebilirler.
Cumhuriyet Halk Partisi, son 2025 yılın bu tür fırsatlarını doğru değerlendirememiş bir siyasi teşekkül niteliğini hiç bozamadığından, sürekli olarak “dizlerini dövme” ve sürekli olarak “Biz ne yapacağız şimdi? Biz nereye gidiyoruz şimdi” modundan çıkamamaktadır.
Peşpeşe seçim ve referandum yenilgileri, bu yenilgilere gereken reaksiyonu gösterememek, bu yenilgilerin arkasındaki “sistem hilesi, alicengiz oyunlarına” bile tavır koyamamak, partiyi kendi içinde yiyip bitirme ve maalesef birbirine düşürme pratiğini sürekli tekrarlamaktadır. Bırakın seçim ve referandum sonuçlarını, kendi içinde yaşadığı en basit krizleri bile, gerek Genel Başkan’ın gerekse parti yönetimini oluşturan kadroların pusulasızlığı ve kararsızlığı nedeniyle çözememekte, sürekli hata yapmalarına neden olmaktadır.
En son Öztürk Yılmaz vakası da bunların yeni bir halkası olmuştur.
24 Haziran seçimlerinde yeniden milletvekili yapılan eski Sayın Musul Başkonsolosu, kendine has heyecanlı üslubu ve biraz da oluşturduğu intiba ile “partinin yaramaz çocuğu” kimliğiyle, liderlik makamı ile arasının açılması üzerine, tek başına bir siyasi oluşum gibi sürekli verdiği kişisel demeçlerle öne çıkmaktaydı. Bunun nedenini sadece Sayın Yılmaz’ın kendisinde aramak, tabii ki yapılacak önemli bir hataydı. Çünkü pek çok konuda partinin kendi “yolunu-yönünü-rotasını-çizgisini-ilkelerini” tam olarak tanımlayamamış olması, bu tür savrulmaların altyapısını oluşturmaktaydı.
Nitekim en son “Türkçe ezan çıkışı” ile Sayın Yılmaz’ın şimşekleri üzerine çekmesi, tam da seçim dönemine girilmişken, partinin panik içinde “Ey-vah!.. Bu bize oy mu kaybettirir?.. Tam da öteki tarafın söylemine yanaşma ve üç beş oy kotarma açılımları yapacakken, ne yaparız da bu hasarı gideri-riz?” telaşına sevk etmiştir. Muhtemelen bu panik ve telaş, bence bir konuda kişisel fikrini dile getirmiş ve (katılın ya da katılmayın) saygı duyulması gereken Sayın Yılmaz’ın ihracına kadar götürecek ve mesele “çözülmüş” gibi gösterilecektir. Çağdaş ve demokratik siyasette, hele ki solda durduğunu savunan bir partide milletvekillerinin böyle çıkışlar yapma hakkı olmalıdır.
Peki, olay o kadar basit mi? Tabii ki değil.
Cumhuriyet Halk Partisi, çok uzun bir süredir, kendi “6 Oku”nun bile tek tek tanımlanması konusunda, kafası tam olarak berrak olmayan, Devletçilikten Laikliğe, Milliyetçilikten Halkçılığa, Devrimcilikten Cumhuriyetçiliğe hiçbir maddede bu tanımlamaların içeriğini oturtamayan, kaç milyon üyesi varsa o kadarının tek tek ayrı bir fikir sahibi olduğu ya da hiçbir fikir sahibi olmadığı bir konumdadır. Kim olduğunu, ne olduğunu bilmeyen bir parti durumundadır. Kimse kusura bakmasın.
İşte tam da bu yüzden, “Ortanın Solu” hareketi, geçmişte nasıl ki rahmetli Bülent Ecevit’in “İnançlara saygılı bir laiklik” söylemi benzeri “karşı tarafın söylemlerine yaklaşalım da üç beş oy oradan kotaralım” çizgisine düşmüşse, Türkiye Sosyal Demokrasisi bugün de Öztürk Yılmaz’ın odağında olduğu “Türkçe ezan mı, Arapça ezan mı?” tartışması ile “Arapçaya saygılı laiklik” noktasına savrulmuştur.
Evet... Bu, bilinçsiz ve günlük bir savrulmadır ve bu savrulmalar geçmişte pek çok konuda olduğu gibi, ekonominin sorunlarına önerilecek çarelerden, Kürt meselesine bakışa, milliyetçiliğin sınırlarının çizilmesinden Devletçiliğe, Cumhuriyetin niteliğinin tanımlanmasına ve sahip çıkılmasına kadar pek çok alanda CHP’yi güç durumda bırakmaktadır ve bırakacaktır.
İşte tam bu yüzden, CHP yönetimi bir an öce bugün Öztürk Yılmaz’ı, yarın Muharrem İnce’yi, Aylin Nazlıaka’yı, Gaye Usluer’i ya da Fikri Sağlar’ı, Birgül Ayman Güler’i döverek bu işlerin içinden çıkabileceğini sanmamalıdır.
Hep ısrarla söylediğimiz gibi, tabanı da dinleyerek yapacağı bir program ve tüzük kurultayı (belki de 1 hafta, 2 hafta sürecek) ile yön ve rotasını belirlemeli, oradan yoluna devam etmelidir.
Yoksa ne önümüzdeki seçim için adaylarını doğru ilkeler etrafında sağlıklı belirleyebilir, ne de seçimden özlenen, beklenen, umut edilen başarıyı çıkarabilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları