Veysel Ulusoy

Üniversitelerimiz ve kaybedilen değerler

18 Aralık 2022 Pazar

Her yıl birçok derecelendirme/değerlendirme kuruluşu üniversiteleri, daha geniş yaklaşımla eğitimi değerlendirerek sıralama yapar. Küresel ve bölgesel bazda yapılan bu sıralamalarda yapısal kararlılık, kalite, yapılan yayınlar ve çevresel konuların yanında birçok faktör etkin rol oynar. 

Bunların başında örneğin, öğretim elemanlarının öğrenci sayısına oranı, her öğrenciden elde edilen gelir (özel ve vakıf üniversiteleri için), yabancı öğrenci sayısı ve cinsiyet oranları gibi faktörlerin yanında öğretim, araştırma, araştırmalardaki referans sayısı, uluslararası özellikler ve sektörlerle işbirliği ve oradan sağlanan gelir kategorileri de mevcuttur.

Yeşil kampus gibi sonradan eklenen faktörler de öğrenci ve öğretim üyelerinin rahatlığı yanında çevresel konulara olan duyarlılığı ölçen değişkenler olarak karşımıza çıkar.

2023 YILI SIRALAMASI

THE (Times Higher Education) sıralaması kanımca tüm bu kurum ve kuruluşlar arasında en sağlıklı olanı...

THE’ye göre bu yıl dünya sıralamasında ilk sırada Oxford var. Harvard, Cambridge, Stanford, MIT (Massachusetts Institute of Technology) ise sıralamada ilk beşi alan üniversiteler olarak karşımıza çıkıyor.

ABD’deki sıralamada ise Harvard, Stanford, MIT, Yale ve Duke ilk beşte yerlerini aldılar.

Hemen doğal olarak Türkiye’deki üniversitelerin konumlarının ne olduğu akla geliyor sanırım...

Onlara değinmeyeceğim ama onların içsel yapısını sizlerle tartışıp analiz edeceğim.

Ama doğal olarak Boğaziçi Üniversitesi’nin artık ilk 500’de yer alamadığını sadece 800 ile 1000 aralığına sıkıştığını ve bunun nedenlerinin de çok ama çok açık olduğunu söylemekle yetinelim isterseniz.

BİZ KİMİZ?

Ülkemizdeki üniversitelerin öğretim kalitesi bakımından konumu ekonomik değerler yanında sosyal ve siyasal gelişmelere çok yakından bağlıdır. Alanında başarılı olan öğretim üyelerinin bu başarıyı devam ettirebilmesi için onlara sağlanan ortamın (araştırma ortamı, ders yükü, ücretler ve diğer olanaklar) çok ama çok farklı olması bir zorunluluktur.

Yaratılan ortamın her bir öğretim elemanı için benzer kapsamda olması gerekir ama kaynak kısıtlamasının çok önemli rol oynadığı ülkemizde biriktirilmiş tecrübe ve bilginin geriden gelenlere yansıtılması için ilk gruptakilerin önceliği esastır.  

Bunu sağlamazsak ne olur sorusunun da yanıtı çok açıktır... Bu öğretim elemanlarını kaybederiz.

Kaybettik de...

Başta sağlık alanında uzmanlar, araştırmacılar olmak üzere yazılım alanında yetişmiş bir yığını ülke içinde kullanamadığımız ve onlara karşılaştırmalı bir gelir seviyesi sağlayamadığımız için yurtdışındaki kuruluş ve kurumlara kaptırdık ve kaptırıyoruz.

Ortada sadece bir gelir sorunu da yok. Hatta ekonomik krizlerde bile alım gücünün yüzde 50’sinden fazlasını kaybeden yetişmiş yığının yurtdışına gidişinde, daha doğru bir deyimle ülkeyi terk etmelerinin altında yatan nedenlerin başında yaşam tarzları konusunda duydukları rahatsızlıklar ve ülkedeki kurumsal yapının çöküşü gelmektedir.

Ortalama okullaşma yılını ek bir yıl daha artırmanın yaklaşık olarak 15-20 yıl sürdüğü bir ülkede insan sermayesini bu derecede hızlıca kaybeden sanırım başka ülke yok.

Siyasi ve dini söylemlerle insanı hayatından bezdiren yaklaşımların esasında doğuracağı sonuçların farklı olacağını beklemek tam anlamıyla saflık olur. Hiçbir ekonomik kriz döneminde olmadığı kadar mobiliteye sahip olan insan sermayesi yüksek kişilerin kendilerinden çok çocuklarının geleceğinin planı kapsamında ülkeyi terk etme eğilimine girdiklerini söylemek yanlış olmaz. Diğer bir ifadeyle, bu karar sürecinde ekonomik krizlerden çok sosyal yaşamda oluşan çalkantıların rolü daha büyüktür.

Hal böyle olunca da hem yığının kalitesini artıran öğretim üyelerinin ve yığının kendisinin ülkeden ayrılmasının onlarca yıl kayıp ve diğer ülkelerin gerisinde kalma anlamına geldiğini söylemek zorunluluğu vardır. 

Doğal olarak arkada kalan vasat bir üniversite eğitimi de cabası...

Anlayana!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları