Veysel Ulusoy

Parayı nereden bulacağız? (12.04.2020)

12 Nisan 2020 Pazar

Son dönemde ekonomistler arasında en çok sorulan sorudur bu.

IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) kapısını mı çalsak, ABD merkez bankası’na (FED) lira verip dolar mı alsak (el açmanın diğer formülü) ya da diğer taraftan para basalım, böylece kimseye muhtaç olmadan, “Biz birbirimize yeteriz” tarzında sloganlar ile mi ilerlesek?

Kafalar oldukça karışık!

Karışık ama parayı nereden bulsak düşüncesinin etrafında şekillenen soru haricinde, neden kimse de “ne yani, hani biz kalkınan, yüzde 10’larda büyüyen ve dünyada söz sahibi bir ekonomi haline gelmemiş miydik, ne oldu da aniden bütçede para bitti, merkez bankasının yabancı para cinsinden rezervleri eridi” diye sormaz ki?

Peki, biz soralım: Ne oldu da paramız bitti?

Yanıtı aslında yalancı zenginlik kavramında gizli...

Bir ülkenin sermaye kaynaklarının aniden durma noktasına gelmesinin birçok nedeni vardır. Döviz kaynaklarının plansız bir şekilde etkin olmayan yerlere ayrılması, önceliklerin verimsiz alanlara yönlendirilmesi, gelir ile gider arasında mesafeyi dış borç ile kapatmaya çalışma, harcanabilir gelir seviyesinin yalancı zenginlik eğilimi ile yükseklerde hissedilmesi yani ayağı yorgana göre uzatma değil de yorganı ayağa göre ayarlama inadı bunlardan bazıları...

Tüm bunların ekonomik yansımasını ise açıkçası piyasalarda görme olası. Para piyasasında, merkez bankasının kaynaklarının erimesi sonucunda ek para basma zorunluluğu, dış borcun faiz ve anaparasının ödenebilmesi için tekrar aynı kaynaklardan borçlanma isteği, olmazsa da IMF’ye başvurmanın getirdiği siyasal yük bunlardan birkaçı.

Üretim yani reel sektörde de durum farklı değil. Ani duruşa hızla yaklaşmamıza neden olan virüs salgınını bir kenara bıraksak bile, sektörlerin borçla yani “yalancı sermaye” ile yaptıkları yatırımlar sonucunda elde ettikleri gelirlerin hemen tamamının borç verene, çoğu zaman da yabancı kaynaklara gittiğini görmekteyiz. Hal böyle olunca da son günlerde gördüğümüz gibi o kocaman odalar ve işveren kuruluşları “taze para” bulmak için ya bankalara koşuyor ya da siyasi gücü de yanına alarak zorunlu para yaratma sürecine giriyor.

Sonuç mu?

Telaş ve onun getirdiği “ele (yabancıya) el açmada” çözümü arama...

Talimat mı, planlama mı?

Garip bir eleştiri kültürümüz var. Oy teorisinde de tartışıldığı üzere, yeni ile eskiyi karşılaştırırken, eskinin en olumsuzunu yeninin en güzeli ile örneklendiririz. Bunların başında savaş dönemi-karne tüketim sürecini günümüz tüketim bolluğu ile aynı kefeye koyma gelir. Ekmeğin bile karneyle alındığı o günlerden, bakın buzdolaplarının dolup taştığı günleri yaşıyoruz benzetmesi bunların en sık örneği olarak verilir. Verilir ama bunların bir kalkınma ve ekonomik büyüme sonucunda mı oluştuğu, sermaye birikiminin öz mü yoksa yabancı borca mı dayalı olduğu sorgulanmaz. Sorgulanmayan diğer konu da buzdolaplarının doluluğunu sağlayan yatırımların öz sermaye mi yoksa dış borç ile mi sağlandığı konusudur.

İlginç olan ise geçmişte insanların eline verilen karnelerin günümüzde teknolojik karne olan halinin hayatımıza girmesi. Küçücük bir virüsle mücadele için yine küçücük bir maske dağıtımının bile telefonlara gelen bir kod ile karne haline dönüşmüş T.C. kimlik numarası ile dağıtılması bunun sanki en açık örneği.

Modern karne olarak adlandırabileceğimiz bu ve benzeri uygulama yeni bir kıtlık ortaya çıkarıyor: Talimata dayalı yönetim kıtlığı!

Buzdolabındaki yiyecekleri azaltmasa da kamusal karar verme etkinliğini yok eden bir kıtlık türü...

İşsizlik: Önemi olmayan bir ölçü

Ekonomide yapısal bozukluğun olmadığı, krizlerin yaşanmadığı durağan zamanlarda işsizliğin işgücü içinde çalışmayanların oranı ile tahmin edilmesi normal bir durumdur. Olağanüstü durumlar ve ekonomik krizlerin yaşandığı durumlarda ise kişi bazında ölçülen işsizliğin diğer bir işsizlik tanımı ile desteklenmesi gerekir.

Bu istatistik saatlik işsizliktir...

İşsizliğin yasaklanmasının gündemde olduğu, firmaların kapılarına kilit vurduğu şu günlerde kişi sayısı ile işsizliği ölçmek yanlış ve yanlı olur. Ücretsiz izne gönderilen, günde 40 lira civarında gelir ile zorunlu istihdama tabi olup çalışmayan kişilerin milli gelire katkısı bu süreç içinde olmayacak, işsizlik verileri ile üretim değeri arasında çataklar yani farklılıklar oluşacaktır.

Bu ise karşımıza modern ekonomilerde olduğu gibi saatlik işsizliği ölçmek ve yayımlamak gereğini ortaya çıkarıyor. Yoksa istihdam sabit kalırken ve işsizlik azalmadan üretimdeki düşüşü açıklamak zor olur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları