Veysel Ulusoy

Pamuk ithalatı ve aşırı finansallaşma

11 Ekim 2020 Pazar

Yine haberlere konu oldu pamuk ithalatı...

Yunanistan, ABD ve Brezilya’dan gelen pamukların ekonomik ve siyasal eleştirileri, bir tarım ülkesi olmamıza rağmen böyle bir ithalatın nedenleri üzerine tartışmalar ile birlikte geldi gündeme. Geldi ve ortalık alevlendi.

Halbuki çok da yeni bir olgu değil pamuk, hatta buğday ve diğer hububat ürünlerinin ithalatı. Son 15-20 yıllık bir bilerek yapılan dönüşümün hikâyesi bu... 

Bu hikâye yalancı finansal açıklık ile başladı. Son dönemde kullanım sıklığı azalan küreselleşme sürecinde dünya ekonomisi ile bütünleşme amacı kapsamında tümcesi ile hayatımıza girdi. Küreselleşme sadece finansal piyasaları at koşturan herkese açmakla devam etmedi, kendisini reel piyasadaki olumsuz yansımaları ile de hissettirdi. Bunun en başında ise tarımın yeni ekonomi bünyesinde yalnız bir şekilde dünya piyasasına bırakılması olgusu geldi.

Devamında sanki serbest piyasada oluşan tarımsal ürünlerin fiyatları gerçekmiş yaklaşımıyla ucuz bulduğumuz tüm ürünleri ithal etmeye ve bu süreci hızlandırmaya başladık. Halbuki dünyada hemen her ülke çiftçisine, özellikle de ihracatçısına şunu söyler: Ürününün ulusal değeri bu, sen onu ihraç ederken söylediğim fiyata indirge, ben sana ulusal fiyatının üzerinde birim kazanç garantisi vereyim ve küresel piyasalarda daha fazla pay alalım. Bu politika tarımda her zaman sürekliliği sağlayan yaklaşım oldu. 

Çok basit geldi değil mi? 

Basit, evet ama o kadar da akıllıca. Uluslararası ekonominin de temelinde zaten bu tür politikalar yatar... AB Gümrük Birliği Anlaşması’nda tarımsal ürünlerimizin kapsam dışında kalmasının neden ve sonuçları da burada şekillenir. Öyle bir şekil ki fiyatı belirleyen piyasa gücünü biz sadece seyrettiğimiz, onu sanki serbest piyasa koşullarında belirleniyormuş gibi kabul ettiğimiz bir şekil.

Pamukta, buğdayda, hububatta ve diğer birçok tarım ve tarım sanayii ürünlerinde bu geçerlidir (bakınız http://www.veyselulusoy.com/yazilar/tereyagi-daglari-ve-sut-golleri). 

Hadi gelin biraz da pamuk istatistiklerine bakalım yeri gelmişken... Geçen yıl toplam ithalatımızın dörtte birine denk gelen pamuk ithalatını 649 milyon dolar ödeyerek sadece ABD’den yapmışız. Bunu yüzde 10.9 pay ile Yunanistan almış. Yunanistan’a bunun karşılığında 288 milyon dolar ödemişiz. Buna yaklaşan bedeller karşılığında Brezilya ve Özbekistan üçüncü ve dördüncü sırayı almış. Veriler böyle akıp gidiyor pamuk ithalatında... Nedeni ise çok açık. Yaklaşık 1 milyon 600 bin ton ihtiyacımız olan pamuğa 700-750 bin ton üretimle yanıt veremiyoruz artık ve bu açık ödemeler dengesinde olduğu dikiş tutmaz bir durumda...

Çoğu zaman tarım politikamız nedir ve hangi temeller üzerine kuruludur diye sormadan geçemiyoruz. Öte yandan doğrudan ithal etme anlayışına göre şekillenen söylemlerle biraz da hayal kırıklığına uğruyoruz. Son zamanlarda örneğin, “Buğday da ithal ediyoruz ama bakın makarna ve un da ihraç ediyoruz” yaklaşımıyla avunduğumuz tarım dış ticaret politikasızlığı her yerde ve her üründe kendini hissettirmeye başladı bile. Bu öngörü ve üretim politikasındaki eksiklikler şiddetini artırmaya başladıkça da tarımsal üretim hacmindeki yüzde 2’lere varan ancak hissedilmeyen üretim artışıyla övünmeyi da bir akıl kutusuna sığdırmaya çalışıyor ancak bunu yaparken bocalıyoruz.

Gelelim finansal açıklık ile özelinde pamuk, genelinde tarım ürünleri arasındaki bağa... Faiz oranları ve döviz kuru şahlanırken, alternatif yatırım araçlarının şekil bulduğu borsada oynaklık tavan yapmışken tarımsal gelir(sizlik) ve girdi fiyatlarındaki artışın bunlardan bağımsız olduğunu düşünmek saflık olur. Genel anlamıyla, piyasaları büyük oyuncuların yönlendirme ve teşviki ile yalancı bir serbest piyasa bırakırsanız, tarımda ürün sahibi ve işçinin günlük faiz, döviz kuru ve borsayı takip etmesini engelleyemezsiniz. 

Neden mi?

E tarım ürünlerini de borsaya kote ettik ya ondan..

Dedik ya çok finansallaştık çok...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları