Veysel Ulusoy

Düşük faiz, düşük enflasyon, baskılanmış kur hayali ve ekonomik daralma

27 Eylül 2020 Pazar

Merkez Bankası geçen günlerde faiz çeşitlerinden biri olan politika faizini 200 baz puan, diğer bir ifade ile 2 puan artırdı ve oranı yüzde 10.25 yaptı. Piyasanın beklentisi 0 puan olmasına rağmen bu artışın nedenleri hâlâ tartışma konularının başında geliyor.

Sanki bu iki puan çok garip, çok fazla bir oranda bir artışmış düşüncesiyle yorumlar yapıldı ve yapılıyor da. Halbuki piyasalar gerçek faiz oranını zaten yüzde 13-14’lere çoktan yükseltmişti ve denetlenmiş bu faiz oranının bu seviyelerde tutunması çok zordu.

Nasıl zor olmasın!

Dış borçların hem süresinde hem de hacim olarak ödenememe olasılığının arttığı, döviz ve lira bazında yeniden borçlanmanın zorlaştığı bu dönemde, faizin reel getiriyi negatif tutacak seviyede kalması lüks bir sonuç olurdu. Bir adım ilerisinde ise mevduat faiz oranlarının yüzde 13’leri aşması nedeniyle yeni devlet iç borçlanma senetlerin getirisinin de geride kalması durumunun ortadan kalkması gerekiyordu. Biraz da böyle oldu.

Faiz kararının arkasında yatan temel iki nedeni yani enflasyon baskısını ve yüzde 9.9’luk ekonomik küçülmeyi göz önünde bulundurmak gerekir. Aylık enflasyon oranlarının yaklaşık yüzde 1 civarında açıklandığı resmi verilerin dışında, çalışma grubum tarafından ölçümlediğimiz günlük enflasyon oranlarına göre, enflasyon baskısının arttığı gözlemi ile faizin bu seviyeye getirilmesi gerçeğini de test etmiş olduk.

Faiz oranlarının yukarılara daha fazla gitmemesinin önemli bir nedeni ise ikinci çeyrekte yüzde 10’a varan bir küçülme olarak karşımıza çıkıyor. İşte ekonomide belki de kafaları karıştıran yöntemlerin, yaklaşımların en çok tartışıldığı konu da belki bu büyüme paradoksudur.

Enflasyonla beraber, rezervler, dış ve iç borç çevirme zorluğu içindeki ekonomilerde faizin daha da artmasının önüne set kuran faktör ekonomik potansiyelinize göre küçülmenin gerçekleşmesidir. Günümüz makroekonomik fotoğrafı görünümü kapsamında ise ekonomik büyümemeye teşekkür etme gibi bir durum ortaya çıkıyor maalesef.

Makro dengesizliklerde Latin Amerika ve Türkiye benzerliği

Çok sayıda yayımlanmış makale ve araştırmanın da kaynağı olan, 2010 yılından bu yana dünyanın en değerli ekonomistleri arasında bulunan Tim Kehoe ve Juan Pablo Nicolini’nin üzerinde çalıştığı, Fernando Alvarez, Lars Hansen ve Thomas Sargent’ın da önemli katkılar sunduğu bir projenin sonuna gelindi. Tüm çalışmayı bir kitap halinde edinmek için sadece birkaç ay daha bekleyeceğiz, o kadar.

Proje birçok açıdan önemli... Özellikle de Türkiye ekonomisi için.

1960 ile 2017 yılları arasında 11 Latin Amerika ülkesinin makro-finans yapısını derinlemesine araştıran ve yerel ekonomistlerin de katkıda bulunduğu bu projede kronik hastalıklara sahip bu ülkelerin ekonomik sorunlardan ders çıkarıp çıkarmadıkları da sorgulanmaktadır.

1960’lardan bu yana yaşanan krizlerin nedenleri hem sayısal hem de teorik yaklaşımlar açısından ele alınmış, çözüm yolları ile birlikte sunulmuştur. Bu kapsamda vurgulanan sorunların temel başlıkları;

- büyük miktar ve oranda bütçe açığı,

- iç ve dış borç yükünde ipin ucunu kaçırma ve devlet iç ve dış borç senetlerinde geri ödeme sorunları,

- merkez bankası rezervlerinde erime,

- sabit döviz kuru varsayımı ile standart hale getirilmiş borç/GSYH oranındaki artış,

- özel sektöre yapılan “özel transferler” ve “garantili ödemeler”,

- çoklu döviz kuru yaklaşımı,

- döviz kuru oynaklığı olarak karşımıza çıkmaktadır

Latin Amerika ülkelerinin yaşadığı ve çoğu zamanda tecrübe edinmediği bu sorunların irdelenmesi amacıyla yola çıkılan projenin son ürünü olan A Monetary and Fiscal History of Latin America, 1960-2017 başlıklı kitabı merakla bekliyoruz (Bilgi: http:// users.econ.umn.edu/~tkehoe/).

Bir haberi de burada verelim: Prof. Kehoe ve Prof. Nicolini, bu alana Türkiye ekonomisini de eklemeyi düşünmektir.

Tam anlamıyla güzel bir araştırma ortaya çıkacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları