Veysel Ulusoy

Çift katmanlı fakirlik

18 Temmuz 2021 Pazar

Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) ya da benzer yaklaşımla ulusal gelirin hesabında tartışmaya açılması gereken birkaç nokta var. Bu konuların temel olarak tarımsal verilerin elde edilmesi ve yorumlanması ile paralellik oluşturduğu da çok açık bir gerçektir.

Önce ulusal gelir hesabındaki durumu açıklayalım.

Bu hesap yıllık bazda ocak ayının ilk gününden aralık ayının son gününe kadar (yeni) üretilen mal ve hizmetlerin toplamından oluşur (GSYH aynı zamanda çeyreklik ve altı aylık da hesaplanmaktadır). Üretilen/satılan malın hem fiyatı hem de miktarı bu hesaptaki ana iki oyuncu olarak karşımıza çıkar.

Üretim ve satıştaki fiyat o an piyasada oluşan fiyat olduğundan toplam değer nominaldir. Bunu reel değere çevirmek için tüketici, üretici, hükümet harcamaları, ihracat ve ithalatın enflasyonunun bir karışımı olan deflatör kullanılır.

Sorun tam da burada başlıyor. Piyasa fiyatlarının tam olarak izdüşümünü bulduğu nominal değerlerin, düşük sunulan deflatöre (belirlenmiş genel fiyat endeksine) bölünmesi bize olması gerekenden daha fazla bir ekonomik büyüme ya da zenginlik gösterir. 

Tam bu noktadan sonra ekonomik yansımaları ortaya çıkıyor bu hesabın, bu yaklaşımın. Şimdi onları sıralayalım:

  • Satışı yapan kişi/kurum piyasa fiyatından gelirini/kârını arz ve talep koşullarına göre elde ediyor. Özellikle pandemi döneminde küçüklü büyüklü perakende satışlarda bu durumu gözlemledik.
  • Aramalı ve sermaye malı üreticileri veya ithalatçıları maliyetlerini satış fiyatlarına ya da ürettikleri ürünlere hızlı bir şekilde yansıtıyor artık.
  • Satış miktarı piyasa koşullarına göre değişen, talepte yaşanan yavaşlamaya rağmen, firmalar/üreticiler fiyatlardan ödün vermiyor, fiyatlarını indirmiyor.
  • Piyasada canlanma başladığı, ekonomik aktivitenin yukarılara taşındığı düşüncesi yatırımcıları maliyeti yüksek, yanlış stok üretim politikasına yönlendiriyor.
  • Belki de en önemlisi, piyasa koşullarına göre enflasyona ek olarak büyümeden pay alması gereken çalışan ve emeklilerin, düşük hesaplanan deflatör/enflasyon oranı kapsamında aldıkları artışla daha da fakirleşiyor.

DURUM TARIMDA DA FARKLI DEĞİL

TÜİK, geçen günlerde Mayıs 2021 dönemi yıllık tarımsal girdi enflasyonunu verdi: Yüzde 24.43.

Veriler piyasadaki fiyatları çok zayıf bir şekilde yansıtıyor, zira tarımsal girdilerin önemli bir bölümü artık ya ithal ya da dövize endekslenmiş bir yapıya sahip artık. 

Tarımsal alt grupları kendi yıllık enflasyon oranları ile irdelediğimizde resim daha da açık ortaya çıkıyor aslında. Buna göre tarımda girdi enflasyonu (parantez içinde) şöyle şekilleniyor:

Tohum (9.15), ilaçlar (11.49), malzeme (19.17), veteriner harcaması (19.23), enerji ve yağlar (20.87), hayvan yemi (24.88), makine bakım masrafları (31.69), gübre ve geliştiriciler (45.90).

Bu alt grup enflasyon oranlarının tarla ile uyum göstermediği konusunda fazla tartışma ve yorum yapmaya gerek görmediğimizi belirterek yukarıdaki hesabın bir benzerine geçiş yapalım.

Belirlenen/belirtilen enflasyon oranı kapsamında tarımsal üretimin reel değeri olduğundan fazla gözükürken, referans fiyatı ile belirlenen çiftçinin/köylünün ürünü baskılanmakta ve fakirleşme süreci daha da hızlanmaktadır. 

Nasıl mı? 

Açıklayalım...

Hükümetin destekleme bedelleri ve referans (eski yaklaşımla taban) fiyatının dünya fiyatlarının izlediği yol yerine içerideki maliyet enflasyonuna göre temel alındığı ışığında, hem gerçek maliyetin az gösterilmesi hem de referans fiyatların olması gerekenden daha aşağılarda belirlenmesi çift katmanlı fakirliğin yolunu açmaktadır.

Sonra da yaz aylarında bile gıda enflasyonu niye düşmüyor ki yorumunu yapıyoruz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları