Özdemir İnce

Medrese dedikleri

06 Ekim 2023 Cuma

Şu günler yalanbozan, yalankıran bir kitap okuyorum. Kitabı okuyup bitirince bir yazı daha yazacağım. Yazarın adı: Cazim Gürbüz. Kitabın adı: 100. Yılında Cumhuriyeti Savunmak. Yayınevi: Berfin Yayınevi, Ağustos 2023.

Cazim Gürbüz, Osman Selim Kocahanoğlu’nu da yardıma çağırarak medrese konusundaki yalan, efsane, tevatür, üfürük ne varsa tamamını hallaç pamuğu gibi atıyor. Şimdi söz Cazim Gürbüz’de:

***

Başka yazılar da var medrese bağlamında. Sözgelimi Nâzı Ali’nin Anadolu’da Yeni Gün adlı yayın organında 12 Haziran 1924 tarihinde yazdığı yazı. Ondan da alıntılar yapalım:

“Medreseler asırlarca asırlarca Türk milletini uyuttu; Buhara’da uyuttu, Hive’de uyuttu, Türkistan’da uyuttu... Türkiye’de uyuttu. Sabana sevk edeceği elleri hep havalara kaldırttı. Adliye ve maarifi (eğitimi) elleri altında tutmak isteyen şeyhülislam efendinin medreseleri işte bunu yaptı. Bu medreselerin yanında bir de mektepler türüyordu. Bunlar ne istiyordu? Bir iki kelimede toplayıp söyleyelim: Gözleri ahiretten kurtarmak, dünyaya çevirmek. Elleri havadan kurtarmak, sabana sardırmak!... Ruhları vecd ve hayalden kurtarmak, emeğe ve hakikate sürüklemek.

Bazıları medreseleri ıslah edelim diyor. Efendiler, medreseleri ıslah etmek demek, medreseleri mektep yapmak demektir.

(...) Bugün mektep yanında medrese düşünmek apaçık bir irticadır. O kadar büyük bir irtica ki hayatı bırakıp ölümü istemek kadar.”

Medrese kafasının bu ülkede nelere yol açtığına ilişkin çarpıcı örneklerden bir demeti de alalım aşağıya ve yukarıdaki diğer iddialara da yanıt vermiş olalım:

“Müslüman yapılan karatahta... Garip ama gerçek bir uygulama. Okuyalım: Tanzimatın ilanından sonra medreseler dışında açılan modern okullarda sınıflara karatahta konur, öğretmen ve öğrenciler tebeşirle yazabilsin diye. Yobaz takımı hemen başkaldırır.

- İstemezük!

Sorarlar:

- Neyi istemezsiniz?

- Karatahtayı.

- Neden?

Verilen yanıt çok dikkat çekicidir:

- Karatahta kâfirdir de ondan!

(...) Kara kuvvetin ‘kâfir’ diye ayak dirediği karatahtayı Müslüman yapmak çarelerini ararlar ve bulurlar da. Bu karatahtalar Mekke’ye gönderilir, ‘hacı’ ve ‘Müslüman’ yapılır. Böylece artık Müslüman olan karatahtalar okullara sokulabilir.”

Bir başka örnek:

II. Mahmut, ilk gazetemiz olan “Takvim-i Vekayi”yi 1831 yılından çok daha önce çıkarmayı tasarladığı halde her girişiminde şeyhülislamın direnmesiyle karşılaşmıştır. Çünkü o dönemde bir broşür çıkarmak için dahi mutlaka fetva almak gerekmektedir. Padişah, şeyhülislamın direnmesini ancak 1831 yılında kırılabilmiştir. II. Mahmut, bu konu ile ilgili hattı hümayununda bu hususu belirtmiştir:

Bu gazetenin yayımı çoktan beri arzu ediliyor idiyse de vakti gelmediğinden sükût edilmekteydi. Ancak şimdi sırası gelmiş bu işin şeriata aykırı yanı olmadığı anlaşılmıştır.

“Evet, bu, padişah iradesini de aşan bir yobazlık örneğidir. Ve dünyada ilk gazetenin yayın alanına çıkışından 190 yıl sonra, dini yönetimin uzun süre direnmelerinden sonra Türkiye’de ilk gazetenin çıkışı böyle gerçekleşebilmiştir.”

Ya veba salgını? “Osmanlı’nın bilgi/düşünce düzleminden yansıyan olumsuz örnekler çok fazladır. Özellikle 17. yüzyılda modern tıp Batı’da salgın hastalıkların kökünü kurutmuşken, çağın ölüm makinesi veba, Osmanlı coğrafyasında kol gezmiştir. Osmanlı arşiv kayıtları, konsolos raporları ve doktora tezleri; Halep, Beyrut, Yanya ve İstanbul gibi yerlerde ulema ile halkın, karantinaya karşı çıktığını göstermiştir. İstanbul’da veba çıktığında (1517), salgından kurtulmak için halk, başlarında hocalar olduğu halde şehir dışında toplu dua törenlerine çıkarak korunmaya çalışırdı. Fransız seyyahı Busgec 1562 tarihli mektubunda veba karşısında Müslüman dünyanın kaderciliğini anlatır: ‘Türklerin inancına göre bir insanın ne suretle öleceği alnına yazılmıştır. Bu kaderdir. Ölmek mukadderse bundan kurtulmaya çalışmak beyhudedir.’”

“İslam hukuku tarihi uzmanı Uriel Heyd’in, Süleymaniye Kütüphanesi’nin arşivinde ulaştığı bilgilere göre 1882’de İstanbul’da bin kişinin öldüğü veba salgınında, II. Mahmut, Avusturyalı doktorlar nezaretinde karantina uygulamasını irade edince ulema, kâfir doktora muayene olunmaz diye karşı çıkmıştır. O yıllarda İstanbul’da bulunan Helmuth von Moltke, Şubat 1838 tarihli mektubunda Osmanlı’yı ‘Ulema var olduğu sürece veba da olacaktır’ diye değerlendirir.” (s.154-156)

***

Laik Cumhuriyetin Tanrı’yla, dinle, peygamberle hiçbir sorunu yoktur; püsküllü sorun irticayı kullanan siyasal iktidarlar ve din adamlarındadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları