Olaylar Ve Görüşler

Türkiye’de milli bayramlar - PROF. DR. CENGİZ KUDAY

28 Ekim 2024 Pazartesi

Milli bayramlar, bir ülkenin tarihindeki önemli olayları hatırlama, milli birlik ve beraberlik ruhunu pekiştirme adına büyük önem taşır. Türkiye Cumhuriyeti’nde milli bayramlar, halkın Cumhuriyet değerleri etrafında birleştiği, tarihi zaferlerin ve bağımsızlık mücadelesinin kutladığı günlerdir. Türkiye’de milli bayramlar, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren coşkuyla kutlanmış, zamanla değişen toplumsal ve siyasi dinamiklere bağlı olarak bu kutlama biçimlerinde bazı farklılıklar olmuştur.

CUMHURİYETİN İLK YILLARI

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Türkiye’de milli bayramlar, modern devletin inşa sürecinde halkın ortak değerler etrafında birleşmesi için önemli araçlar olarak görülmeye başlandı. Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu kadrosu, milli bayramların kutlanmasını, Cumhuriyetin ve laiklik ilkesinin topluma yerleşmesi için bir fırsat olarak değerlendirdi. Özellikle Cumhuriyet Bayramı, Atatürk’ün en çok önem verdiği bayramlardandı.

Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, özellikle okullarda büyük bir coşku ile kutlanıyordu. Çocukların ön planda olduğu etkinlikler düzenleniyor, bayramın ana teması olan “egemenlik” vurgulanıyordu.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, büyük askeri geçit törenleri, resmi geçitler ve kutlamalarla başkent Ankara’da ve tüm illerde görkemli bir şekilde kutlanıyordu. Devlet erkânı, ordunun güç gösterisi ve halkın katılımıyla birlikte bu bayram, Cumhuriyetin en önemli simgelerinden biri haline gelmişti.

30 Ağustos Zafer Bayramı, Kurtuluş Savaşı’ndaki büyük askeri zaferin anısına, ordunun ve askerlerin kahramanlığını vurgulayan etkinliklerle her yıl coşkuyla kutlanıyordu.

1980 SONRASI DEĞİŞİM

1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’de milli bayram kutlamaları, daha merkezi ve denetimli bir hale geldi. 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte milli bayramların kutlanmasında askeri unsurlar daha da ön plana çıkarıldı. Bayramlar, disiplinli törenler ve devlet erkânının katılımıyla büyük şehirlerde kutlanmaya devam ederken kırsal bölgelerde kutlamalar daha sade bir şekilde gerçekleşti.

1980’lerden sonra özellikle Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı gibi bayramlarda gençlerin ve çocukların düzenlediği gösteriler, devletin ulusal hedeflerine vurgu yapan etkinlikler haline geldi. Bu dönemde bayramlar, devlet otoritesi vurgusuyla kutlanmaya devam etti.

2000’Lİ YILLAR VE GÜNÜMÜZ

2000’li yıllarla birlikte, Türkiye’de milli bayramların kutlanmasında bir dönüşüm yaşanmaya başlandı. Özellikle siyasi atmosferdeki değişiklikler, kutlamaların içeriği ve coşkusunu etkiledi. AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinden sonra, milli bayramların kutlama biçiminde laiklik vurgusu daha geri planda kalmaya başladı ve dini-milli unsurlar ön plana çıktı.

2010’lardan itibaren askeri geçitler ve büyük çaplı törenler giderek daha sınırlı hale getirildi. Bayramlardaki askeri törenler ya iptal edildi ya da daha sönük yapılmaya başlandı. Bu durum, Cumhuriyet değerlerinin yeterince vurgulanmadığı ve milli bayramların öneminin giderek azaltıldığı eleştirilerine yol açtı.

SİYASİ VE İDEOLOJİK AYRIŞMA

Son yıllarda milli bayram kutlamaları, siyasi ve ideolojik bir ayrışmanın simgesi haline geldi. İktidar ve muhalefet partileri arasında milli bayramların kutlanma biçimi üzerine tartışmalar yaşandı. Bazı muhalefet partileri, bayramların önemini vurgulamak için büyük şehirlerde alternatif etkinlikler düzenlerken hükümetin resmi kutlamaları daha sınırlı tutması, milli bayramların anlamının gölgelenmesi yönünde eleştirilere neden oldu. 2010’lardan itibaren askeri geçitler, törenler ya iptal edildi ya da daha sönük bir şekilde yapıldı. Ordumuza farklı kesimler farklı şekilde bakmaya başladı.

Geçtiğimiz günlerde Gürsel Goncu ve Şahin Aldoğan’ın “Siperin Ardı Vatan” adlı kitabını okudum.

Modern harp tarihinin kurucusu sayılan Mehmet Nihat Bey’in 1919’da basılan ve Çanakkale Seddulbahir muharebelerinin aktarıldığı kitapta şu sözlere yer verilmiş: “Genel olarak tarihin ve harp tarihinin en az kıymetinin bilindiği memleket ve ordulardan biri bizim memleketimiz ve ordumuzdur. Milletimizin nedense bir kısmı ordumuza itibar eder, saygı gösterir. Fakat sevmekten kaçınırlar.”

ORDUMUZA MİNNET BORÇLUYUZ

Minnet duygusu kadar tehlikeli bir duygu yoktur. Bunu bana çok saygı duyduğum bir psikiyatri hocamız da söylemişti. Minnet duyan kişi bu duygunun altında ezilir ve zamanla iyilik gördüğü kişi ve kurumlara düşman olabilir. Fakat her şeye rağmen son bir iki yıldır bayramları bazı kesimlerimizin çok coşkulu bir şekilde kutlamaya çalıştığını görüyoruz. Çünkü elinizdekinin kıymetini ancak kaybedince anlarsınız. En karanlık an şafaktan önceki karanlıktır. İnanıyorum şafağı göreceğiz.

Bu yıl büyük zaferin kutlamalarını ordumuzun komutanları 26 Ağustos’ta Kocatepe’de Büyük Taarruz’un başladığı yerde değil; Ahlat’ta yapmayı uygun gördüler. Bir slogan vardı; Kocatepe yerine Ahlat’ta ülke bütünlüğünü ve laikliği sorgulayanlar ile el ele tutuşanlar umarım hatırlıyorlardır: Harbiyeli aldanmaz!

Bu sözün doğruluğunu mezuniyetlerinde genç teğmenler bize hatırlattı. Onlar Mustafa Kemal’in askerleri. Bir deyim vardır: Eski hocalar ölmezler sadece sınıflarından ayrılırlar. Eski askerlerin de ordudan ayrıldıklarında söyledikleri bir cümle vardır: Eski askerler ölmez sadece gözden kaybolurlar. Gölgeleri ve ruhları hep yanınızdadır. Onlar yine genç silah arkadaşlarının yanındaydılar.

PROF. DR. CENGİZ KUDAY



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları