Olaylar Ve Görüşler

Ahlaki sorumluluk, çıkar çatışması ve değer erozyonu - Tarık Köseoğlu

20 Aralık 2024 Cuma

Tarih, entelektüel bireylerin bilgi ve ahlaki duruşlarının güç karşısında nasıl sarsıldığını gözler önüne seren örneklerle doludur. Adalet ve etik değerler adına savunulması gereken hakikat, kimi zaman bireysel çıkarlar ve iktidarın cezbedici gücü karşısında terk edilmiştir. Bu durum, yalnızca bireysel bir zaaf olarak değil, aynı zamanda mesleki ve toplumsal boyutları olan yapısal bir sorun olarak değerlendirilmeyi hak eder. Eğitimli bireylerin, ahlaki sorumlulukları ile çıkar çatışmaları arasındaki gerilimde, doğru bildiklerine rağmen yanlışı savunmaları ve adaletsiz sistemlere biat etmelerinin mekanizmaları tarihsel ve mesleki perspektiflerle ele alınmalıdır.

ZİHİNSEL HAKLILAŞTIRMA

Bilişsel uyumsuzluk kuramı, bireylerin inanç ve davranışları arasındaki çelişkileri çözmek için geliştirdikleri zihinsel haklılaştırma süreçlerini açıklar. Bu mekanizma, eğitimli bireyler arasında dahi şaşırtıcı bir etkinlikle işler. 1930’ların Almanya’sında birçok eğitimli birey, Nazi rejiminin barbarlığını açıkça görmesine rağmen, rejime destek vermek için rasyonel bahaneler üretmiştir. “Toplumsal düzenin sağlanması” veya “ekonomik kalkınmanın devamı” gibi argümanlar, bireylerin ahlaki huzurunu sağlamak için kullandıkları araçlar olmuştur.

Günümüzde, baskıcı rejimlerde bu tür haklılaştırmalar farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, akademik dünyada kariyer hedefleri doğrultusunda otoriter rejimlere karşı bir kesim sessizliği tercih etmektedir. Bu durum, bireyin yalnızca kendi vicdanıyla değil, aynı zamanda mesleki prestij ve ekonomik istikrar gibi somut çıkarlarla da çatışmasına neden olmaktadır. Bu durumda birey, “Sesimi çıkarmak yalnızca beni zarara uğratır, uzun vadede daha faydalı işler yapabilirim” diyerek kendini haklı çıkarmaktadır.

Sosyal konformizm, bireylerin grup normlarına uyum sağlama eğilimlerini açıklar. Entelektüeller, içinde bulundukları sosyal çevrenin değerleri ve beklentileri tarafından şekillendirilir. McCarthy dönemi Amerika’sında entelektüel figürlerin çoğu, Komünist Parti ile ilişkili oldukları gerekçesiyle ya susturulmuş ya da kendi fikirlerinden ödün vermiştir. Akademisyenler ve sanatçılar, işlerini kaybetme korkusuyla, özgürlükçü ideallerini terk ederek statükoya boyun eğmişlerdir.

İKTİDARIN RASYONALİZASYONU

Benzer bir şekilde, çağdaş kamu ve özel sektör profesyonel dünyalarında da mesleki statü kaygısı, entelektüel bireylerin etik sorumluluklarını gölgede bırakabilmektedir. Ancak bu durum, yalnızca bireysel ahlaki bir zafiyet değil, aynı zamanda entelektüel özgürlüğün sistematik bir aşınmasını ifade etmektedir.

İktidar sahipleri, kendi politikalarını teknik bir rasyonaliteyle sunarak, entelektüellerin etik kaygılarını bastırmalarını kolaylaştırır. Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nde, pek çok entelektüel, devletin sert politikalarını “sınıfsız bir toplum idealine ulaşmak” gibi hedeflerle meşrulaştırmıştır. Bu tür bir rasyonalizasyon, bireyin hem etik sorumluluğunu hem de eleştirel kapasitesini köreltir.

Bu mekanizma, yalnızca totaliter rejimlerde değil, demokratik sistemlerde de işler. Örneğin, ekonomik reformların sosyal adaletsizliği derinleştirdiği durumlarda, ekonomistler-istatistikçiler veya politikacılar, bu reformları “uzun vadeli kalkınma” gerekçesiyle savunabilir. Mesleki uzmanlık, bu tür rasyonelleştirme süreçlerinde bir kalkan olarak kullanılabilmekte ve birey, kendi ahlaki sorumluluğunu teknik argümanlarla maskelemektedir.

Bireylerin adaletsizlik karşısındaki sessizliği, bir tür ahlaki çürümelerin aşamalarını ortaya koyar. İlk aşamada birey, adaletsizliği fark eder ancak müdahale etmez. Zamanla, adaletsizlik, “düzenin bir gerekliliği” olarak kabul edilir ve nihayetinde birey, bu düzenin savunucusu haline gelir. Bu dönüşüm süreci, kimi meslek gruplarında daha belirgin bir şekilde izlenir. Bu gruplarlar ahlaksızlığı ve çürümeyi halktan daha yakından görmekte ancak bu durumları tolere etme-yatıştırma mekanizmalarını iç dünyalarında derinden yaşamaya devam etmektedirler. Bu tür davranışlar, yalnızca bireysel bir ahlaki çöküşü değil, aynı zamanda toplumsal bir değerler erozyonunu ifade eder.

TARİHSEL PERSPEKTİF

Entelektüel bireylerin ahlaki sorumluluklarına geri dönebilmeleri için tarihsel dersler ışığında bir bilinçlenme süreci şarttır. Luther’in kilise karşısındaki direnişi, entelektüel cesaretin zamana nasıl direndiğinin güçlü bir örneğidir. Mesleki dünyada ise bireylerin, çıkar çatışmalarına rağmen etik ilkelerini koruyarak hareket etmeleri, yalnızca bireysel bir erdem değil, aynı zamanda toplumsal bir zorunluluktur.

Eğitimli bireylerin çıkarları doğrultusunda adaletsiz sistemlere biat etmeleri, yalnızca bireysel bir ahlaki çöküş değil, aynı zamanda toplumsal bir krizin de habercisidir. Mesleki ve toplumsal sorumluluklar, entelektüel bireylerin etik duruşlarını sürekli olarak sorgulamalarını gerektirir. Vicdanın sesi, çıkarların baskısını aşabildiği ölçüde, bilgi birikimi hakikate hizmet edebilir. Aksi takdirde bilginin, binlerce metre derinlikte bulunması imkânsız bin karatlık bir elmastan farkı kalmaz.

Unutulmamalıdır ki ahlaktan yoksun bir entelektüellik, insanlığı karanlığa sürükleyen en tehlikeli güçtür.

TARIK KÖSEOĞLU
EMEKLİ KIDEMLİ ALBAY



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları