Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Hayatımızın kökleri
Ülubu (çalıfasulyesi), taka (pencere), seko (ceket), güdük (gömlek), suğluk (bıçak), cice (abla), tadanaka (orada), enderede (şurada, burada), buladan (çınar)...
Çoğunuzun bilemeyeceğini sandığım, parantez içindeki sözcüklerin eşanlamlısı olan bu sözcükleri çocukluğumda dedemin köyünde (Demirışık) öğrenmiştim. Yaz tatillerinde gittiğim, Toroslar’da bir köy. Dedem bu köyün hem imamı hem de tek parti dönemi muhtarıydı.
Bu sözcükler emmi (amca), seyil (sahil) türü sözcüklerden değil. Ya köylülerin atalarının unuttuğu bir başka dilin kalıntıları ya da aynı ataların başkalarından (uzak ve unutulmuş hısımlardan) öğrendiği sözcükler olmalı. Köylülerin belleklerinin derinliklerinde kalmış sözcükler. Şehirlilerin, yani “sahil (seyil)” insanlarının sözcüklerini bilmelerine karşın kendi sözcüklerini kullanıyorlardı. Ben de bunları öğrenmek zorunda kalmıştım. Kuşkusuz daha başka sözcükler vardı ama unutmuşum.
Televizyon çağında hâlâ bu sözcükleri kullanıyorlar mı? Bilemem. Çünkü 1954’ten bu yana gitmedim o köye. Televizyon greyder gibidir: Tümsekleri düzeltir, çukurları doldurur meret!
Bu sözcüklerden en ilgincinin “buladan” olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum ama Türkçede bir hısım ya da akraba bulamıyorum ona. Fakat Fransızcada “çınar” anlamına gelen “le platane” (“lö platan” okunur) hiç de yabancı değil. “Buladan” ile “platan” arasında sessel benzerlik var. “le platane”ın Latincesi “platanus”, Grekçesi de “platanos”. “Buladan”ın “platanus”la bir köken ilişkisi varsa köylüler bu sözcüğü kimlerden öğrenmiş olabilir?
Daha ilginci de var: Annemin akrabalarından birinin adı “Hapa”ydı. Bu olağanüstü sevimli ve durmadan köylü marka “cüvere” (sigara) tüttüren kadın Deli Hapa lakabıyla anılırdı. Deli Hapa hayatta değilse kendisine “Allah’tan rahmet”, yaşıyorsa daha uzun ömür dilerim.
“Hapa”nın kaynağı ne olabilir? Zeus ile Hera’nın kızlarının adı olan “Hebe”den (gençlik) hem gelebilir hem de gelmeyebilir. Hebe, Hitit yazıtlarında Hepa, Hepat ya da Hepatu diye adlandırılan güneş Tanrıçası Arinna’nın Elenleştirilmişi olmalı. Hitit yazıtlarında bu Tanrıçaya “sedir ağaçlarının ülkesi”nde tapınıldığı belirtilir. Sedir ağaçlarının ülkesi, bugün, Lübnan ve Filistin adlarıyla anılıyorlar. Hepa ya da Hebe’ye gelince kutsal kitaplarda Âdem’in eşi ve bütün insanlığın anası olarak gösterilen Havva’dan başkası değil.
Bağışlayın, amacım bilgiçlik taslamak değil. Bu bilgiye, çok yıllar önce, Kazablanka’da, konusu “Akdenizlilik” olan bir toplantıda yaptığım konuşma için araştırma yaparken ulaştım.
Akrabam Toroslu köylü Deli Hapa’nın adı, galiba, Hitit adı Hepa’dan geliyor. Dilci değilim ama bu iki sözcük arasında bir ilişki kurmamak da epeyce zor.
Fakat buradan yola çıkarak “ülübü” (taze fasulye), “taka” (pencere), “güdük” (gömlek), “suğluk” (bıçak), “seko” (ceket) gibi sözcüklerin de Hititçeden geldiğini ileri sürecek değilim. Bu, işin uzmanlarına saygısızlık olur. İyi ama nereden geliyor, nereden kaynaklanıyor bu tanımlayan sözcükler.
Bununla birlikte aklıma bir soru geliyor: Anadolu’nun eski kiracıları olan Hititlerin, Friglerin, Karyalıların vb. torunları nereye gittiler? Bunları akrabalarımız arasında aramak gerçeklere aykırı mı olur?
Sanırım ulusal kimliği kültürel kaynaklarından soyutlayarak onu etnik kimliğe indirgemek isteyenlerin üzerinde kafa yormaları gereken bir soru.
“Var olmak bir intihaldir.” Cioran’ın Ecartelement (Bocalama) adlı kitabında sabaha kadar aradım bu cümleyi. Merakım, hangi bağlamda kullanmış. Adı “kol ve bacak koparma cezası” olarak çevrilebilecek kitabın 78. sayfasında tek başına duruyor cümle. Önü ve arkası boşluk. “Var olmak (yaşamak) bir intihaldir” derseniz bu cümlenin önüne ve arkasına başka bir şey yazamazsınız. “İntihal” bir yazarın başka bir yazardan yaptığı bilinçli aşırmanın Osmanlı Türkçesi. Yani bir tür hırsızlık! Evet, hayat bir intihaldir. Bunu felsefenin dilinden insan diline şöyle çevirebiliriz: Hayat, varoluş, başkasından aldığımız emanettir. Birinden aldığın emaneti bir başkasına devredeceksen yaptığın işe hırsızlık denemez. Yeter ki emanet aldığımız vazoyu kırmayalım. Çünkü içinde ne var, bunu henüz bilmiyoruz. İçi boşsa da ne gam!
Soyadı yasası çıktığında eğer törelere uyulmuş olsaydı soyadımın “çakır”, “çakırlı” ya da “çakıroğlu” olması gerekirdi. “İnce”yi, emmim yani amcam “İnce Mehmet” (Yaşar Kemal’inki değil) bela etmiş.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret ve emekli maaşı hakkında önemli iddia!
- Asgari ücret kaç TL olmalı?
- Yarısı mesleği bırakmayı düşünüyor!
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'da hissedilen deprem!
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- Salonu terk ettiler!
- Ukrayna 'bin kilometre' uzaktaki hedefleri vurdu!
- 'Bunu da yaptınız, yazıklar olsun!'
- 'Yaptığınız kötülük hiç unutulmayacak!'
- Türkiye bağlantıları dikkat çekti!
- Özlem Gürses'e ev hapsi!