Olaylar Ve Görüşler

Tekno-ekonomik Verimlilik Mantığı GDO’da Nasıl İşliyor? - Prof. Dr. Nilgün TUTAL / Kaan SOYUER

11 Haziran 2020 Perşembe

GDO’ya biraz yakından bakalım. Çünkü şu an ki salgınla mücadelede elimizdeki en etkin silah iyi beslenmek, güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak. Genetik alanında ileri sürülen argümanlar, Edgar Morin’in pandeminin gerçek sebebi olarak parmakla gösterdiği tekno-ekonomik verimlilik yarışı mantığının içinden mi yoksa ona karşı mı yol alıyor bakalım…

ÖNCE TARİHSEL ARKA-PLAN…

İnsan ilk çağlardan bu yana kendisinin farkında olmayan bir genetikçi. Buzul çağının ardından tarımcılığa başlayan ve böylece göçebeliğe elveda diyen insan, tarımda “devrim” yapıyor önce. Devrimi tırnak içine aldık, çünkü yaptıkları sindirim sorunu yaratan ya da zehirleyen bitkileri  tespit ediyor ilkin. Hayvanları evcilleştirmeye başlıyor sonra. Bugün çaprazlama dediğimiz bir teknikle bitkileri yenilebilir kılıyor. İnsan böylece kendi tarım alanlarında yetiştirecekleri canlılara kendi ihtiyaçlarına göre karar veriyor.

Bu açıdan insanın geçtiği yolları, başına gelen serüvenleri öncelikle arkeolojik kazılardan öğreniyoruz. Bu kazılar, yabani türdeki hayvan ve bitki kalıntılarının yanı başında insanın o dönemlerde evcilleştirdiği hayvan ve bitki türlerine ait kalıntılarını da bizim için bu toplumları ve uygulamalarını tanımamız açısından  bilinir kılıyor (Diamond, 2018). Buraya kadar insanın yaşamak ve hayatta kalmak için yaptığı genetik müdahaleleri, merkantilist çıkardan habersiz, saf çıkar için yapılmış müdahalelerdir.

17. yüzyılın tanıdığı ve çağımıza armağan ettiği Barush Spinoza; insanı, varlığında sebat etmek isteyen, yani hayatını sürdürmeyi hedefleyen bir varlık olarak tanımlar. Tarım toplumu insanları ilk defa tarihte genetiği varlıklarında sebat edebilmek için kullanmıştır.

Ancak yukarıda bilim zehir de panzehir de olabiliyor demiştik.

Bu genetik müdahaleler ve bilimin ışığı bir şekilde doğanın dengesini bozacak, günümüzde yaşadığımız politik, ekonomik felaketlere sebep olacak, dünyanın ısınıp genleşmesine yol açacak ilk kelebek kanadının çırpmasına bağlı etkiler zincirini başlatıyor. Başka bir ifadeyle, yiyecek güvencesi insanın yeniden üremesine fazla katkıda bulunuyor. Dünyada nüfus fazlalığı, bu fazlalığa bağlı açlık, doğal kaynakların insan türünün idame ettirilmesinde yetersiz kalması vb. sorunlarla karşı karşıyayız şimdi.

İCAT ZORUNLULUĞU

Tarihsel süreci takibe devam edelim. Avcı-toplayıcı olmaktan çıkan insan, tarımcılığa geçişle, yeni politik topluluk biçimleri icat etmek durumunda kalıyor. Merkezi, hiyerarşik, üstten denetleyen bir politik örgütlenme ve depolama, biriktirme sistemi aynı anda tarım “devriminin” sonuçları olarak tarihte sahneye çıkıp, endam etmeye başladığındaysa sahneye aktör ve  bir kayıt teknolojisi olarak yazı dahil olur.

Hem yazı hem de merkezi politik sistemlerin, biriktirme rejimiyle alakası aşikardır. Öncelikle yazı bir hafıza kayıt tekniği olarak insanın bedeni, mekânı ve zamanı kavrayışını kökten dönüştürecek bir teknoloji olmasının yanı sıra, varlığıyla varlık kazanacak bilgi yoluyla denetim ve kontrolün de doğmasına ön ayak olacaktır. Yazı keşfedildiği ilk çağlardan itibaren askeri, politik ve ekonomik iktidarın kendi egemenliğini kırmasının en önemli aracı olmuştur.

Özellikle felsefede logos’un ön plana çıkması, diğer duyu biçimlerinin temelini oluşturduğu bilme biçimlerinin ya terk edilmesine ya ikincil görülmesine ya da logos’un (imgenin) diğer tüm bilme biçimleri karşısında yenik düşmesine yol açacaktır.

Bunu Fransız filozof Jacques Derrida da Gramatoloji kitabında felsefi/düşünsel serüveni boyunca ele alır; sesin, sözlü olanın yazıya, logosa ikincil kılınmasında yukarıda Edgar Morin’in dikkati çektiğini söylediğimiz hatalı düşünme tarzımızın gerisinde söz ile yazı arasındaki bu eşitsiz varlık mücadelesinin yattığını gösterir.

SÖZCÜKLER NESNELERİ VE CANLILARI TEMSİL EDERLER

Yazının da bir imge/imaj olduğu iddiası, Derrida’nın beslendiği felsefi geleneğe yabancı olanlara tuhaf ve anlaşılmaz gelebilir. Ancak şöyle düşünelim, sözcükler gerçek nesneleri ve canlıları temsil ederler; tıpkı bir fotoğrafın Çin’de yaşayan ve virüsün kaynağı olduğu ileri sürülen pangolini soyut olarak temsil etmesinde olduğu gibi.[1] Pangolin sözcüğü de bu hayvana keyfi [2]  bir biçimde verilen yazısal bir imgedir.

Ferdinand de Saussure Genel Dilbilim Dersleri’nde bir gerçek bir nesne olan masa ile masa sözcüğünün bu gerçek nesne masanın adı haline dönüşmesi arasındaki ilişkinin keyfi ve olumsal olduğunu yazmıştır. Sesler ne zaman hangi mantıkla nesnelere, canlılara, bitkilere, doğal ve gerçek varlıklara ad olmak üzere bir araya geldiler?

Bu nesneler bir iletişim aracı olarak genel dil sisteminin içinde harflere nasıl ardışık olarak yan yana dizilip,  sözcüklere (soyutturlar)  dönüştü de,  gerçek canlı ya da cansız varlıkları adlandır oldular, işte bunu gerçekten bilmiyoruz ve bilmeyeceğiz. Bilmediğimiz için de bir sözcük ile şey arasında var olan ilişkinin temsili olduğunu ve bu temsili ilişkisinin tarihsel süreçte olumsal ve keyfi bir şekilde oluştuğunu söyleyebiliyoruz. 

PROF. DR. NİLGÜN TUTAL
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi 

KAAN SOYUER
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü Öğrencisi

KAYNAKÇA:

De Saussure, Ferdinand. Genel Dilbilim Dersleri. Çev., Berke Vardar. İstanbul: Birey ve Toplum, 1985.

Derrida, Jacques. Gramatoloji. Çev., İsmet Birkan. Ankara: BilgeSu Yayıncılık, 2011.

Diamond, Jared. Tüfek, Mikrop ve Çelik İnsan Topluluklarının Yazgıları. Çev., Ülker İNCE. İstanbul: Pegasus Yayınları: 2018



[1] Pangolinin virüs kaynağı olabileceğini ileri süren bir makale için bkz., Probable Pangolin Origin of SARS-CoV-2 Associatedwith the COVID-19 Outbreak.

[2]  Etimolojik olarak anlamı ise şu: Malayca’da pengguling  peng= silindir / guling= yuvarlanmak sözcüklerinin birleşmesiyle türemiş bir sözcüktür.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları