Olaylar Ve Görüşler

Bugüne Ortaçağdan Bakmak - Gani AŞIK

28 Aralık 2020 Pazartesi

İslam, dünya nüfusunun yaklaşık 3/1’i oranında ve Hıristiyanlık’tan sonraki ikinci büyük dünya dinidir. Altıncı yüzyılın üçüncü çeyreği itibarıyla ışık huzmelerini o dönemin cehalet pençesindeki Araplarla birlikte tüm insanlığın üzerine çevirmesi ile ortaçağda bir başka dünyanın kapısı aralanmıştır.

Yedinci yüzyıldan 21’inci yüzyıla değin geçen uzun tarih sürecinde dünyanın ve insanlığın geçirdiği büyük evrelerle uyumlu olarak İslam’ın; Kuran, hadis, kelam, inanç, ibadet, yaşam biçimine ilişkin ilahi vahyin özü ve felsefesine sadık kalınarak yeni yorum ve yaklaşımlar üretmek ve düşünceler geliştirmek, dine aykırı olmak bir yana, dine (İslam’a) yeni alanlar açar.

Ne var ki İslam tarihi, bu tartışma, kavga ve acıların da tarihidir. Bir başka dinin mensubu Müslüman olmak isterse Allah’ın birliği anlamındaki tevhit inancını ve Hz. Muhammed’in, onun elçisi olduğunu, bir engeli yoksa lisanen söylemesi ve kalbi (gönlü) ile de söylediğini onaylaması yeterlidir.

Federal Almanya’da Din Hizmetleri Görevlisi (şimdi din ataşesi deniliyor) olarak bulunduğum yıllarda, Müslüman bir Türk kızı ile evlenmek ya da başka nedenlerle Müslüman olmak isteyen Alman gençlerden, Kilise’de kaydı varsa sildirmesini ve Hıristiyanlık’tan ayrıldığına ilişkin Belge” getirmesini istemekteydim. Bu koşul, yaptığımız işin misyonerlik faaliyeti şeklinde değerlendirilmemesi için devletin talimatıydı.

Alman genç kısa bir süre içinde Kilise’den aldığı “Hıristiyanlık’tan çıkmıştır” belgesini getiriyor, din değiştirme ritüelinden sonra belgeyi dosyalayıp, arşive alıyorduk.

BELGE Mİ ÇIKAR, KAN MI?

Bu işlem, bana hep şunu düşündürdü: Benim ülkemde de Müslümanların müftülüklerde kaydı bulunsa ve bir kişi müftülüğe gidip İslam’dan çıkış belgesi istese, oradan belge mi çıkar, yoksa şahsın ölüsü mü? Peki, hangi uygulama doğru denilirse, doğru olanın Hıristiyanlık’taki olduğu tartışmasızdır. Çünkü din, gönül işidir, kişi dininden ayrılmayı düşündüğü andan itibaren zaten dini ile bir bağı kalmamıştır, belge verseniz ne olur, vermeseniz ne olur. Bunun adı laikliktir.

Taassup/bağnazlık dediğimiz belayı Avrupa, 1517’de Wittenberg Şatosu’nun kilisesi kapısına astığı 95 tez ile Martin Luther’in başlattığı Protestanlık hareketi, 1618 – 48 yıllarında devam eden ve Avrupa nüfusunun 3/2’sini ortadan kaldıran 30 yıl savaşları (mezhep savaşları) ile yenmiştir.

Kilisenin devlet ve toplum üzerindeki karanlık gölgesinin Aydınlanma’ya evrilmesi ve uygarlığın önünün açılması böyle mümkün olabilmiştir. Bizde ise başta laiklik, arı/duru bir devlet ve toplum yapısı hedefleyen, yaşamın her alanında çağdaşlaşmayı amaçlayan devrimler halka adeta armağan edildiği ve bedel de ödenmediği için, ne bu tarihsel dönüşümlerin ve ne de Türk aydınlanmasının mimarı ebedi önderimiz Atatürk’ün değeri yeterince anlaşılmamaktadır.

HEDEFTEKİ İSLAM BİLGİNİ

İslamiyet ve teoloji alanında 27 kitabı, sayısız makalesi, konferans ve mülakatları bulunan değerli bir ilahiyat hocası ve İslam düşünce insanı olan Sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk, kimi görüş, düşünce ve tezleri nedeni ile son yıllarda siyasal İslamcı iktidarın desteği ile tümden zıvanadan çıkan tarikat ve cemaat bağnazlarının hedefindedir.

İlahiyat fakülteleri içinde Cumhuriyetçi çizgisini özenle koruyan Ankara İlahiyat Fakültesi mezunu olmakla bahtiyarım ama kendimi “İlahiyatçı” olarak niteleyemem, ilahiyatçılık oldukça farklı bir olgudur, akademisyen hiç değilim, yani haddimi bilirim.

Bu had bilirlik Sayın Öztürk’ü, elbette savunma ve sahiplenme anlamında değil ama (kendisinin buna ihtiyacı da yoktur)  düşüncelerinden dolayı toplumsal linç girişimi ve “tekfir” ölçüsüzlüğüne,  İslami ve insani bir tepki vermeme engel değil, dilsiz şeytan” olmadığım için.

Hoca, Kuran hükümlerinin yer, zaman ve muhataplarından bağımsız olarak değerlendirilmesine karşı çıkması nedeni ile tarihselcilik”le suçlanıyor. Bilindiği gibi tarihselcilik, 19. yy’de, Hegel ile başlayan bir öğreti olup, tarih olaylarının tinsel (ruhi-manevi) bağlamda yorumudur.

Sayın Öztürk Hoca, kimi argümanlara dayanarak, Kuran lafzının Hz. Muhammed’e ait olduğunu da savunuyor ve Allah’ın Resulü’ne mana”, külli kaide” ve ilkeleri bildirdiğini, Peygamberin de siyasi, sosyolojik ve politik koşulları dikkate alarak, onları (Kuran lafzını), Arapça söz kalıplarına dönüştürdüğünü de savunuyor, akıl yürütüyor.

BU TARTIŞMA YENİ DEĞİL

Kuran’da akıl kelimesi; biri geçmiş, diğerleri geniş zaman kipinde 49 yerde fiil şeklinde geçer” (TDV İsl. Ans. Cilt 2, sy. 238). İslam tarihinde Kuran’ın Hz. Peygamber’e lafzı ile mi, yoksa anlamı ile mi, ya da bir bütünlük içinde mi indirildiği tartışmaları yeni değil ki...

Zerkeşi ve Suyuti gibi müellifler, Hanefi alim Alauddin es – Semerkandi’den naklen Cibril, özellikle anlamları indirdi. Peygamber, bu manaları belledi (ezberledi) ve bunları Arap dilindeki ifade kalıplarına döküverdi.” (Öztürk Hoca’nın Karar gazetesi 12/12/2020 tarihli makalesi).

Aynı makalesinde Sayın Öztürk, Bugün itibarıyla Hanefilik, Doğan görünümlü Şahin gibi, Hanefi kılıklı Hanbeliliktir” diye devam ederek, Hanefi bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki tehlikeli dönüşüme işaret ediyor, bundan yakınıyor. “İmam” olmanın, dini- vicdani sorumluluğu yanında; insani incelik, sosyal nezaket ve gönül adamı olmayı zorunlu kıldığından habersiz Boynukalın Hoca’nın da, topluma mal olmuş ünlü ve Müslüman bir yazara ve başka bir ekonomiste ölümlerinde camiyi (haddiymiş gibi) münasip görmeyen sefil görüşlere destek vermesi de Diyanet’teki bu eksen kayması ile açıklanabilir. Türkiye İranlaşıyor, ey ehli vatan…

Toparlarsak: Genç ve yetenekli bir tefsir âlimi, dini konularda kalıplaşmışın dışında özgür yorumlar yapıyor. Beğenilir ya da beğenilmez bu ayrı bir konu ama “tekfir” kimsenin haddi değildir. Dininden ayrılmayı kişi kendisi istemedikçe onu hiç kimse,  Vahdaniyet’in inkârına varmayan görüşlerinden dolay itham edemez. İslam’a girmek kolay, - kendisi istemedikçe- çıkarmak milyarlarda bir bile mümkün değildir. Bu itikadi temel, Yüce Yaratan’ın, Müslümanlara tanıdığı çok özel ve ilahi bir güvence olup, çağın utancı tekfirci kafa, ilmin, medeniyetin ve İslam’ın önünde kara bir engeldir.

GANİ AŞIK

E. MÜFTÜ VE CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları