Olaylar Ve Görüşler

Ayrımcılık ve sonuçları - Dr. Ayfer Yazkan KUBAL

07 Kasım 2022 Pazartesi

Önyargı, birkaç ilginç açıdan, ayırt edici bir şekilde 20. yüzyılın kavramı olmuştur. İlk olarak, sosyal bilimsel bir kavram ve sosyal bir sorun olarak önyargı fikri, 20. yüzyıldan önce mevcut değildi. 19. yüzyıl boyunca ve hatta 20. yüzyılın ilk yıllarında, olumsuz ve aşağılayıcı ırksal tutumlar, gelişmiş Batılı halkların “geri” sömürge halklarına verdikleri doğal tepkiler olarak görülüyordu. Önyargı kavramı, ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kültürel olarak farklı olan halklara ve ulusal azınlıklara karşı son derece haksız ve manasız/mantıksız olumsuz tutumlar olarak geniş çapta benimsendi. İkincisi, önyargı kavram olarak bir kez yerleştikten sonra, hızla zamanın baskın ve keskin sosyal meselelerinden ve sorunlarından biri olarak görülmeye başlandı: 2000’li yıllardayız ve bu hâlâ büyük ölçüde çözülmemiş bir sorun.

SİYASİ HOŞGÖRÜ

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, baskın olan önyargı kavramı ve açıklaması, büyük ölçüde Nazi ırk ideolojisi ile değişti. Yeni paradigmaya göre önyargı ve ırkçılık/ayrımcılık, faşist ve sağcı ideolojik değerlerle yakından ilişkili ve ilgili idi.1 Yani önyargı ve ayrımcılık, özellikle bu nedenle, siyasi hoşgörüsüzlüğün hâkim olduğu ortamlarda güçlü bir sosyal gerçeklik olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla hem ırksal hem de siyasi hoşgörünün büyüyebilmesi, demokratik değerlerin ve kurumların yayılmasına bağlıdır. Özetle otoriterliğin tüm çeşitleriyle yenilgisi  ve  demokratik değerlerle değiştirilmesi gereklidir. 

Hoşgörülü ve başarılı toplumlar öncelikle güvenli ve istikrarlı toplumlardır. Sosyal adalet, yardımlaşma ve eşitlikçi bir yapı, bu toplumların karakteristik yapısı olmuştur. İnsanlar, sosyal hayatı tehlikeli ve tehditkâr algıladıkça, toplum bir bütün olarak, önyargıya ve otoriter sistemlere daha fazla yönelmektedir ve bu pek çok sosyal bilim çalışmasıyla ispatlanmıştır. Ülkemizdeki terörü, mülteci krizini ve Erdoğan’ın “milli olanlar ve olmayanlar” söylemlerini bir de buradan itibaren düşününüz. 

Sonuç olarak istikrarlı toplum, ekonomik olarak büyüyebilen toplum, sanatta, bilimde ve edebiyatta coğrafi bölgelerinin insan, gelenek-görenek, yeme-içme kültürlerinin zenginliğinden istifade edebilen toplumlardır. Kurumsal veya bireysel ayrımcılık bizi köreltecek ve her anlamda yoksullaştıracaktır.

YURTTAŞLIK BAĞI

Bireysel olarak karşımızda, bir “engelli” ya da bir “kadın” ya da bir “Hıristiyan” kişi değil önce “insan” görebilmemiz gerekir. Atatürkümüzün millet anlayışında doğum yeri veya dil bir “gerek” değildir. Ülkenin geçmişinde kendinizden bir şeyler buluyorsanız ve hissediyorsanız, içinde bulunduğunuz toplum ile bu ülkenin geleceğini düşünüyorsanız, o zaman siz, bu ülkenin bir evladı, vatandaşısınız. Bireylerin isimleri, dinleri, kılık kıyafetleri veya dilleri, bu ülkeye bağlılıkta bir “yarış aracı” değildir. Bizler, birbirimize eşitlik ve yurttaşlık bağıyla bağlı olduğumuzu hatırlayalım. Atatürk Devrimleri halen köklerini salıyor, bu kökleri koparmak isteyenler ise gerçekten bu milletin fertleri midir, ayrıca konuşmak gerekir.

DR. AYFER YAZKAN KUBAL


1 T.W. Adorno vd., The Authoritarian Personality, New York: Harpe, 1950/1982.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları