Olaylar Ve Görüşler

Atatürk Karşıtlığı ve ABD Kamu Diplomasisi - Dr. A. Murat ŞENER

08 Ocak 2021 Cuma

Her ne kadar Trump sonrası, ABD dış politikasında olası değişimler gündeme getirilse de bu pek isabetli bir yaklaşım değildir. Çünkü izlenen dış politika ve onu destekleyen kamu diplomasisi ve bu bağlamda dayattığı konjonktür sıklıkla değiştirilebilecek bir olgu değildir. Örneğin, 1980lerin sonundan bugüne geldiğimizde, geçen son otuz yılda beş Amerikan başkanı değişmiş fakat ABDnin Türkiye üzerine kamu diplomasisi değişmemiştir. Bu sürece yönelik aşağıda incelenen Türkiye üzerine görüşler de bu anlamda bir kanıt teşkil etmektedir.

KARŞITLIĞA TEŞVİK

Soğuk Savaş’ın bitimiyle, dini uyanış” tezleri iki temel eleştiriye vurgu yapar. Birincisi, seküler düşünceyi moderniteye bağlayan akılcılık ve ilerleme fikirleri hatalıdır. İkincisi, Yahudi-Hıristiyan kültürel bağlamı dışında demokrasi eksikliği ve inanç odaklı yükselen bir İslamcı eğilim söz konusudur. Sekülerleşme ve modernizasyon tezleri, hikâyeden ibarettir.

Burada dikkat edilmesi gereken husus; yazdıklarıyla literatüre yön veren akademisyenlerin, görüşlerin gündeme taşınmasında, meşrulaştırılmasında belirleyici olmalarıdır. 1990larla beraber ağırlığını kabul ettiren kültürel otantisite” ve laiklik eleştirisi, Türk siyasetinin tekrardan nasıl yorumlanacağı bağlamında etkili olmuştur.

Radikal İslam tehdidine karşı sözde demokratik”, “ılımlı” unsurları canlandırma amacı güden bu yeni konjonktür, genç kuşakların Atatürkçülük ve Türk çağdaşlaşmasını nasıl anlamaları, okumaları ve hakkında nasıl düşünmeleri gerektiği konusunda koşullandırıcı olmuştur.

Laik ve üniter ulus devleti hedef alan bu okuma, Türkiyede federasyon tartışmalarını başlatmıştır. Toplumun gelişimi için faydalı gördüğü İslamcı tarikat ve cemaatleri, çoğulculuk, demokrasi adına teşvik etmiştir. Toplumsal olgulara din-siyaset penceresinden bakan bu tutum, inançlı, yerli” - baskıcı laik, yapay” arasında yaşandığını öne sürdüğü kültürel bir çatışmadan beslenmektedir.

ABDNİN İDEOLOJİK DAYATMALARI

Örneğin, John Esposito (2000), 1995 Genel Seçimlerinin sonucunu Türkiyede laikliğin yenilgisi” olarak tanımlamıştır. Siyasal İslamcıları, demokrasi yolunda laik unsurlara karşı en önemli güç olarak nitelemiştir. Hakan Yavuz (2003), Müslüman Anadolu halkı” ile Kemalist devlet düzeni” arasında ideolojik bir çatışmadan bahsetmiştir. Laik reformları, yerel kültüre saldırı olarak değerlendirmiştir. Elizabeth Hurd (2008), otoriter Kemalist laikliğe” karşı, “İslamcı siyasal kimliğin” yükseldiğini belirtmiştir.

Bunu toplumsal ve meşru bir hareket olarak görmüştür. Kevin Robins (1996), Türkiyenin gerçek kültür ve toplumu baskıladığını, gerçek kimliklerin reddi üzerine kurulduğunu belirtip, Türk modernleşmesini, başarı ölçüsü yüzeysel bir Avrupa modeline benzerlikten ibaret, boş bir imitasyon, niteliksiz bir olgu olarak değerlendirmiştir. Turgut Özalla birlikte Türk siyasi kültürü nihayet Kemalist zincirlerinden” kurtulabilmiştir.

Elizabeth Özdalga (1996) ise Kemalizmin yapıcı olduğu kadar sivil toplumun gelişiminde engelleyici olabildiğini savunmuştur. İslamcı hareketin dinamik ve çoğulcu yönünün görülmesi gerektiğini, medya kuruluşları ve Türkiye içinde ve dışındaki okullarıyla sivil toplumun gelişimi üzerindeki olumlu etkisini belirtmiştir. Özdalgaya (2010) göre, sufi temelli tarikatlar modern toplumdaki değişimlere paralel bir dönüşüm sürecinden geçmiştir. Güçlü, yenilikçi liderler eşliğinde İslam dinine getirdikleri yorumlarla, daha iyi bir toplum” yaratma çabasına yönelmişlerdir.

Bu yaygın fakat çarpık yorumlar, ABD kamu diplomasisinden bağımsız değildir. Robert Satloff (2004), ABDnin “ılımlı Müslüman” unsurları toplumsal, finansal ve eğitim alanlarında destekleyerek seslerini duyurabilecekleri kanalların oluşturulmasına yönelik bir strateji izlemesi gerektiğinden bahsetmektedir.

Richard Holbrook (2005), yeni retorik zeminin, kamuoyunun şekillendirilebilmesi ve uluslararası desteğin sağlanabilmesindeki rolüne dikkat çekmiştir. Ilımlı İslam demokrasileri” yaratma fikrinin ABDnin temel hedefi olduğunu söylemiştir. 2007 RAND raporu, Türkiyeyi agresif laik” olarak nitelemiş, Türkiyenin bu şekilde ABDnin ihtiyaç duyduğu ideal müttefik profilinden uzak olduğunu belirtmiştir. ABD için, sufi tarikat ağlarını kapsayan “ılımlı gelenekçi” ve liberal Müslüman” unsurlar esas ulaşılması gereken kitlelerdir.

Graham Fuller (2008), FETÖ’nün Abant Toplantıları’nı, Türkiyede değişim ve demokratikleşme sürecini yönlendirecek ilkelerin ortaya konulmasında bir işaret olarak tanımlamıştır. Bölgesel etkinliği olan yeni Türk İslam modelinin, eski laik Kemalist” model olamayacağını söylemiştir.

GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL

Bu kamu diplomasisinin başlangıç noktasına dönersek, Fullera göre (1990), Atatürk’ün fikirlerinin geçerliliği artık sorgulanabilmelidir. Türkiyenin ulusal kimliği ve İslamın günlük yaşamdaki yeri tekrar gözden geçirilmelidir. Barry Rubin için, dini unsurlara istikrarın en temel dayanağı olarak devlet bürokrasisi, siyaset, ordu, eğitim içinde yer verilmesi toplumsal bir modernleşmenin gereğidir.

Paul Henze (1993), Demokratik bir toplum, nasıl olur da nüfusun çoğunluğunun değer verdiği bir dini baskılar” sorusunu, klasik Atatürkçülerin” yüzleşmesi gereken, henüz çözülememiş bir sorun olarak öne çıkarır. Ona göre, Atatürkçülük, 21. yüzyıla girerken Türkiyenin kendi potansiyelinin farkına varmasında engelleyici bir unsurdur. Henze (1998), basit Atatürk dönemi yaklaşımlarının” geçerliliğini yitirdiğini söylemiştir.

Bu yorumlardan da anlaşılacağı üzere, Soğuk Savaş sonrasında başlayan ulus-devlet karşıtlığı, tarikatları “ılımlı, yapıcı” sivil toplum kuruluşları olarak öne çıkarma çabası, her ne kadar akademik ve entelektüel bir tartışma konusu gibi vurgulansa da asıl çıkış noktası siyasidir. Kaynağı ABDnin kamu diplomasisidir.

DR. A. MURAT ŞENER



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları