Olaylar Ve Görüşler

Anayasal Hukuk Devleti mi? Otoriter Şahıs Devleti mi? - Salim ŞEN

06 Nisan 2021 Salı

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa değişikliğiyle uygulamaya konulan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sıradan bir sistem değişikliği değildir. Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu düzenleyen hükmü tamamen anlamsız hale getirmiştir.

Tüm anayasal organların tek kişinin şahsında birleştiği, nevi şahsına münhasır bir şahıs devleti rejimi inşa etmiştir.

SORUNUN TEMELİ

Bugün yaşadığımız tüm ekonomik, siyasal, hukuki, toplumsal sorunların nedeni ve kaynağı, kurumsal aklı ve birikimi, bilimsel düşünceyi, liyakat, ehliyet ve çoğulcu demokratik yönetim anlayışını dışlayan şahıs devleti uygulamalarıdır. Her alanda karar verme yetkisi, tek adam iradesine terk edilmiştir.

Yürütme gücünün hukuka aykırı kullanımını denetlemek, dengelemek için zorunlu olan bağımsız cumhuriyet kurumları fiilen etkisizleştirilmiş, işlevsiz kılınmıştır. Bir kısmı da kapatılarak, yürütmenin keyfi yönetim alanı olabildiğince genişletilmiştir.

Tek adam iradesini dengeleyip, sınırsız kamu gücünü keyfi şekilde kullanmasının önlenmesi için varlığı şart olan yasal denetim mekanizmaları sistemden çıkarılmıştır. Yeniden dizayn edilerek tamamen yürütmenin etkisi altına alınan Hâkimler Savcılar Kurulu, Anayasa Mahkemesi, yüksek mahkemeler ve liyakat dikkate alınmadan parti aidiyetleri üzerinden yapılan hâkim, savcı atamalarıyla yargı tek adam iradesine bağlı kılınmış, anayasal denetim ve kontrol görevlerini yapmaktan uzaklaştırılmıştır.

Yasama da partili cumhurbaşkanı üzerinden yine aynı tek bir iradeye bağımlı kılınmış, bağımsız yasama ve denetim görevlerini yerine getiremez olmuştur. Yargı ve yasamanın bu şekilde yürütmeye eklemlenmesi, rejimi fiilen kuvvetler birliğine dönüştürmüştür. 

Öte yandan sivil toplum örgütleri, medya, sendikalar, meslek kuruluşları, aydınlar, yazarlar, toplumsal demokratik muhalefetin tüm unsurları adeta yönlendirilmiş yargı uygulamaları ile baskı altına alınmıştır.

Muhalif söylem ve eylemler bastırılmaya, bu yolla geniş toplum kesimleri üzerinde oluşturulan baskı, korku iklimiyle sivil toplum tamamen susturulmaya çalışılmış, şahıs devleti rejimi tüm kurum ve kurallarıyla yerleştirilmiştir.

Nitekim Cumhurbaşkanı’nın “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım görüştük” şeklindeki açıklaması, şahıs rejiminin en veciz, en kısa yollu ifadesidir.

HUKUKUN BİTTİĞİ YER

Şahıs devleti rejimi, çağdaş, demokratik, hukuk devletinde görülmeyecek biçimde, meşruiyetinin kaynağını milli irade olarak açıklamasına rağmen, milli iradeyi ve burada somutlaşan milleti yalnızca kendisine oy veren çoğunluk olarak tanımlamaktadır. Milli iradenin yanılmayacağı şeklindeki felsefi kabulden hareketle, milli iradenin seçtiği kişinin de yanılmayacağı tezini, herkesin kabul etmesi gereken mutlak bir doğru olarak görmektedir.

Milli iradenin doğrudan şahsında vücut bulduğunu, kendisinin yanılmaz şekilde milli iradeyi temsil ettiğini belirten şahıs iktidarının bütün eylem, söylem, uygulama ve hatta düşünceleri, milli iradenin ta kendisi kabul edilmektedir. Dolayısıyla yanılmaz, şaşmaz, mutlak doğru kabul edilmesi gereken bu iradeye toplumdaki herkesin biat etmesi, sadakat göstermesi beklenmektedir.

Biat etmeyen tüm kurum, kuruluş ve toplumsal kesimler, milli iradeye aykırı hareket eden hain, düşman, kökü dışarıda, dış güçlerin uşağı gibi türlü sıfatlarla aşağılanıp, itibarsızlaştırılıp gerekirse bağımlı kılınmış yargı eliyle tasfiye edilebilmektedir.

OLUMSUZ SONUÇLAR DOĞURUR

Bu durumda neredeyse herkes, her olay objektif hukuki kriterlere göre değil, iktidara olan yakınlık ve uzaklığına göre değerlendirilir. Yakın olanlar açısından sınırsız bir koruma ve güvenlik hakkı vardır. Hak ve özgürlüklerin sınırı alabildiğine geniştir. Uzak olanlar ise aynı zamanda millet iradesine karşı gelen sakıncalı kişilerdir. O nedenle, enterne edilmeleri, ötekileştirilerek, düşmanlaştırılarak kriminalize edilmeleri, bu şekilde toplum ve sistem dışında tutulmaları, fişlenip düşman hukuku uygulamalarıyla baskı altına alınmaları gerekir.

Giderek tüm devlet aygıtı bu anlayışa göre kurumsallaşır. Bireyleri eylem ve söylemlerinin hukuki karşılığı üzerinden değil, şahıs iktidarına yakın olup olmamaları üzerinden değerlendirir. Buna göre kişilerin özgürlük alanlarında ciddi olumsuz sonuçlar doğuracak uygulamaları sıradanlaştırır.

İktidarın tek kişide toplanması, iktidarın tekleşmesi, tek adam dışında kalan, bakan, bürokrat vb. tüm iktidar uygulayıcılarının da tek adama bağlı, onun talimatlarıyla hareket eden, özerk karar alma ve uygulama alanları bulunmayan, konum ve varlıkları sadece liderin kanaat ve kararına bağlı kılınan kişiler olmasını doğurur. Bu görevliler açısından objektif sorumluluğun ortadan kalktığı, sadece lidere hesap veren sübjektif sorumluluğun doğduğu, hiçbir hukuk devletinde olmayan bir sonuç ortaya çıkar.

TEHLİKELİ KONFOR ALANI

İdare edenlerin de idare edilenlerle aynı hukuk kurallarına uymaları gerektiği, idarenin, geniş anlamda iktidarın her türlü eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olduğu şeklindeki en temel hukuk devleti tanımının tamamen içi boşaltılarak yargının temel görevi, şahıs iktidarının bekasını sağlamak olarak belirlenir. Şahıs devletinde yargıdan beklenen, tek kişi iktidarının çıkardığı tüm karar, kararname, uygulama ve eylemleri, anayasa, yasalar ve evrensel hukuk değerleri açısından değerlendirip hüküm vermek değildir.

Bunları olduğu gibi onaylayıp hukuki meşruiyetini sağlamaktır. İktidara gelebilecek olumsuz sonuç doğurması muhtemel tüm vakaları ve bunların soruşturulmasını önleyerek iktidarı rahatlatmak, her türlü riskten korumaktır. Meşru muhalefetin sınırlarını, iktidarın algı ve kabulü doğrultusunda daraltarak, toplumsal muhalefetin sınırlarını çizip bu sınırları aşanları etkisiz kılmaktır.

İTİRAZ EDENLER BAŞARIR

Devletin kurumsal yapı ve birikiminin dışlanması, şahıs iktidarının bekasını sağlamak amacıyla demokratik muhalefetin alanının daraltılması, şahıs devletinin yönetim anlayışını hızla otoriter bir çizgiden daha sert, katı bir çizgiye taşımıştır. Ulusal çıkar tanımı bile parti ve lider çıkarıyla aynılaşmıştır. Yerli ve milli olmanın ölçüsü, iktidarın uygulamalarını onaylamak, itiraz etmemek, biat etmektir. Bu ortamda, yalnızca devlet ve rejim zarar görmemekte, toplumsal ahlak ve değerler de hızla aşınmaktadır.

Yaşadığımız süreç, devlet organlarını, kurum ve kuruluşları, toplumu ve cumhuriyet kazanımlarını, yeniden inşası uzun zaman alacak kadar tahrip etmiştir. Bu durum, ülkemizin özgür, çağdaş, laik, hukukun üstünlüğüne dayalı, demokratik bir ülke olmasını amaçlayan tüm muhalif kesimlerin ortak mücadele alanı ve amacı olmalıdır. Çözülmesi gereken en acil sorunumuz, anayasada tanımlanan demokratik, laik, sosyal, hukuk devletini tüm kurum ve kurallarıyla yeniden inşa etmek, cumhuriyetimizin kuruluş değerleri çevresinde, Büyük Önder Atatürk’ün Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini rehber alıp içeride ve dışarıda barış iklimi yaratmaktır. Unutmayalım ki dönüşüm ve ilerlemeyi sadece itiraz edenler başarır.

AV. SALİM ŞEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları