Tek parti rejimi kazandı

06 Kasım 2015 Cuma

İki seçenek vardı: Kaos ve tek parti rejimi; ikincisi yani parti seçimi kazandı. Haziran seçimlerinden sonra, AK Parti ve doğal lideri Cumhurbaşkanı, uzlaşma seçeneğine hiç şans vermedi. Merkezdeki iki partinin koalisyonu siyasi uzlaşma ve toplumsal barış adına önemli bir zemin teşkil edebilirdi, ama zaten AK Parti merkezden çoktan uzaklaşmış, “2002 Devrimi”nin tahkimi ile tek parti rejimini inşa sürecinden başka siyasal seçenek tanımaz bir noktaya gelmişti. O nedenle, CHP ne yaparsa yapsın sonuç değişmeyecekti. MHP ile koalisyon ise zaten siyasi ve toplumsal krizi çözmeye deva olacak bir seçenek değildi. HDP’nin seçim başarısı, hem Kürt siyasetinin demokratik zemine taşınması, hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi yolunda büyük bir şans olabilirdi. Silahlı mücadeleye geri dönüş kararı bu ihtimali tuzla buz etti. Bu açıdan seçim sonuçlarına şaşırmanın anlamı yok.

Kürt siyaseti rehin
Mızıkçılık etmenin de âlemi yok, Kürtlerin devrimci-silahlı mücadeleyi seçmesi, baştan demokratik siyasetinin zeminin, aleyhine işleyen en büyük etken oldu. Böylelikle sadece Kürt meselesinin çözüm sürecini değil, Türkiye’de demokratik siyaset alanını da riske attılar. Sonuçta, Kürt siyaseti yeniden başkanlık pazarlığına rehin, Türkiye ise tek parti rejimine mahkûm oldu. Temmuz ayından beri bunları söyleyip yazıyorum, bir şey daha söylüyorum ki nedense kimse üzerinde durmuyor. O da şu: Silahlı mücadele kararının Öcalan’dan mı, yoksa ona rağmen mi alındığı haziran sonrasında yaşanan karanlık süreci anlamak açısından çok önemli, buraya bir mim koyalım diyorum.
Gelinen noktada, Cumhurbaşkanı ve AK Parti’den ılımlı, uzlaşmacı, farklılıklara tahammüllü bir siyaset beklemek olsa olsa züğürt tesellisi olabilir. Başbakan daha ilk seçim konuşmasında güya kucaklayıcı olmak adına, ağzındaki baklayı çıkardı, şimdi AK Parti’li olmayanların da gelecekte AK Parti’li olacağına inancını dile getirdi. Doğrusu, belli ki burası “Akpartistan” olacak, karşı çıkan hain, beşinci kol, mankurt diye yaftalanıp sindirilmeye devam edecek. Zihniyet tek parti zihniyeti olunca, başka türlüsünü beklemek zaten anlamsız.

Vaat baskı ve kriz
Dahası, böylesi bir gidiş Türkiye’de yaşanan siyasal krizi dindirmeyecek, derinleştirecek. Tek parti rejimleri, toplumsal maliyetlerinin büyüklüğü bir yana, sanıldığının aksine sahici bir istikrar sağlayamaz, o nedenle baskıcı siyasetlerinin dozu hep artar. Cumhuriyetin kurucu tek parti rejimi, döneminin şartlarının elverişliliğine, o dönemki toplumun görece durağanlığına karşın yirmi yılı zor aşmıştı. Ondan sonra Türkiye’de siyaset, tüm askeri müdahale kesintilerine rağmen farklılıklara dayalı bir dinamik üzerine oturdu, AK Parti’nin kendisi de bu dinamiğin son ürünüdür. İçinde güçlendiği dinamiği yok etmeye çalışan bir yeni tek parti rejiminin Türkiye’ye vaat edeceği ancak daha fazla baskı ve kriz olabilir.
Son olarak, AK Parti’li tek parti rejimi yanlıları, hâlâ rövanşist taşkınlığını dindirebilmiş değil. Daha fazla iktidar, kendine güveni pekiştirmek yerine, dinmeyen bir öfke duygusunu besliyor. Gerçi, muhafazakâr kesimin ikinci sınıf vatandaş sayıldığı dönemin hafızası henüz taze, AK Parti’yi kapatma davasının üzerinden bile sadece yedi sene geçti. Bu nedenle, ben AK Partisi seçmenini gayet iyi anlıyorum. Ama siyaset sınıfının, öfke ile siyaset yapmanın maliyetinin toplumsal barış olacağını görmesi gerekiyordu. Öyle olmadığı gibi onlara istikamet verenler, hem de yaşlı başlı adamlar bile hâlâ rövanş siyasetini kışkırtma peşinde.

Nefret ve öç alma
En büyük ilahiyatçıları “Yağma yok baylar bayanlar, hak ve adalet suyu getirenler ile testiyi kıranlara eşit davranmaya engeldir” diye düşük bir cümle kurmuş ama ne dediği belli! Yaşlı başlı itirafçı da uyarıyor “Yumuşamaya evet ama unutmadan…”. Her şey bir yana, bırakın ilahiyatçılığı, yaşını başını almış dindarın içinden nefret ve öç alma duygusunu atamamış olması durumun ne kadar vahim olduğunu gösteriyor. Gerisi tufan!    



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları