Seçim sonucu ne olursa olsun

05 Ekim 2015 Pazartesi

Seçim öncesi, Türkiye’de siyasetin merkezi, yani nirengi noktasının iyice yok olması gerçeği iyice belirginleşiyor. En başta Cumhurbaşkanı, siyasetin nirengi noktası olması gereken asgari uzlaşma zeminini hiçe saymaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı, AK Partisi’nin lideri olarak davranıyor, bunu gizlemiyor, dahası bu durumun demokratik sistem olarak ne kadar sorunlu bir durum olduğunu asla kabul etmiyor. AK Partisi, merkez sağ siyasetten savrulduğu uçlarda kalmakta ısrar ediyor, kendisini milletin gerçek temsilcisi, diğerlerini hain, düşman, fesat odağı olarak görmeye ve takdim etmeye devam ettiği sürece bu durum devam edecek demektir. Dahası, Kürt çözüm sürecini sonlandırmak suretiyle, Türkiye’de Kürt meselesini kanırtan milliyetçi siyaset hattına çekilmesi, siyasetin en önemli açmazlarından birini derinleştiriyor. Bu koşullar altında, yani demokratik siyasetin en önemli koşulu olan asgari mutabakat ortadan kalktığı ölçüde, ana muhalefet partisi CHP’nin merkez siyaseti zemininde kalma çabası boşa düşüyor, hatta etkisizlikle itham ediliyor.

HDP boşa düşüyor
Diğer taraftan, Kürt siyasetinin çatışmacı zemine geri dönme kararı, HDP’yi fazlasıyla boşa düşürüyor. Bu konu fazlasıyla tartışma konusu oluyor, ancak tartışmayı genel geçer yorumların ötesine taşımakta sonsuz fayda var. Sıklıkla, tatsız gerçeklerden bahsetmek durumunda kalıyorum, ama bundan kaçınmak niyetinde değilim. Birincisi, HDP’yi demokratik siyaset zemininden kovma çabasının, geçen seçim öncesinde iktidar partisi tarafından başlatıldığını hatırlamakta fayda var. Çatışmalı süreç başlamadan çok önce HDP, iktidar partisi tarafından gayri meşru ilan edilmişti. Seçim sonrası, MHP bu istikamette öne çıktı. Oysa milliyetçi parti olması, demokratik siyaseti yok saymasını meşru kılmaz olmalıydı. Son olarak, MHP seçim bildirgesinde, “terör timleri, kent timleri” gibi iç savaş tabirleri kullanarak, toplumsal barış ve demokrasiden ne denli uzağa düştüğünü gösterdi. Böylesi tam bir felaket!

Dikkate almadılar
En son olarak, HDP’yi en çok boşa çıkaran, gerekçesi ne olursa olsun Kürt siyasetinin çatışmalı sürece geri dönmesi ve fiilen özerklik inşasına girişmesi oldu. Çatışma siyasetine geri dönüş zemininde “devlet terörü” estirilmesi, bölgede yaşayan Kürtlerin topyekûn üzerine çullanılmasını meşrulaştıramaz; ancak çatışma sürecini başlatanların bu sonucu da dikkate alması beklenirdi, öyle olmadı. HDP’nin veya demokratik zeminde mücadele veren Kürt siyasi çevresinin genel olarak, net bir şekilde PKK karşısında tavır almasını beklemek, ne gerçekçi, ne de hakkaniyetlidir. Acı gerçek şudur; bugün Kürt meselesinden bahsediyorsak, bu PKK’nin silahlı mücadelesinin sonucunda oldu, böyle olması, öncelikle Türkiye’de demokratik siyasetin ayıbıdır. Demokrasiye inanan kimse silahlı mücadeleyi tasvip edemez, ama çaresiz kalmayan kimsede oluk oluk dağlara çıkıp eline silah almaz. Bu gerçek, nihayetinde iktidar partisi mensuplarından bazıları tarafından dahi teslim edilmiştir. HDP’ye oy veren seçmenin çoğu, bu gerçeğe istinaden PKK’ye sempati duymaktadır. HDP’den bu gerçek yokmuş gibi davranmasını beklemek, kendini iptal etmesini talep etmek demektir. Yine, işte tam da bu nedenle HDP’yi en çok boşa düşüren, Kürt siyasetinin silahlı mücadeleye geri dönüş kararıdır.

Siyaseten kekeme
Geldiğimiz noktada, HDP siyaseten “kekeme” hale gelmek durumunda kaldı. Bu kekemelik, HDP’nin seçim bildirgesinde doruk noktasına ulaşmış. Bildirgenin Selahattin Demirtaş tarafından okunan bölümleri, batıya seslenen ve demokratik siyaseti vurgulayan pasajlar iken, Figen Yüksekdağ’ın okuduğu bölümler ise fiili özerklik başta olmak üzere, radikal bir çizgiyi yansıtıyordu. Sonuçta ortaya çıkan metin, YDH (90’lı yılların Yeni Demokrasi Hareketi) ile, PKK bildirgeleri birleşimi gibi olmuş. Seçimlerde alınan sonuca etkisi ne olursa olsun, böylesi bir metnin demokratik siyasete katkısı fazlasıyla tartışmalıdır. Dahası, kusura bakmasınlar ama demokratik siyaset vurgusunun kendisi de fazlasıyla savruk; eşbaşbakanlık gibi, cinsiyetçi siyaset karşıtlığının karikatür düzeyine savrulmasından başka anlam taşımıyor. “İsrailci hükümetlerin katliamcı politikalarına karşı duracağız” cümlesi gibi ifadeler ise siyasi savrukluğun en iyi göstergelerinden.
Kısacası, siyasi yelpazenin neresine bakarsak bakalım ve seçim sonuçları ne olursa olsun, ufukta ne çözüm, ne barış, ne demokrasi görünüyor. Çok hazin, ama bence durum bu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları