‘Ortadoğu ve terör’

28 Mart 2016 Pazartesi

Önce, ne terör, ne şiddet, ne savaş, ne çöküş, ne fakirlik, ne sürgün, ne otoriterlik, Ortadoğu tabir edilen coğrafyaya mahsus. Ne geçmişte, ne şimdi, ne gelecekte, insanlığın sorunları hiçbir zaman hiçbir coğrafyaya, kültüre mahsus değil. Öyle değil diye üzerinde düşünmeyeceğiz anlamına gelmiyor ama düşünürken bu coğrafyada olanları, dünyanın diğer yerlerinden ve insanlık tarihinden yalıtmadan düşünmek lazım.
Eline dün kalem alanın, Ortadoğu üzerine ahkâm kesmeye başlaması, Ortadoğu denilince kulaktan dolma bilgiler ile, Sykes-Picot Anlaşması ile başlayan, onunla biten analiz kirliliği ciddi bir sorun. Diğer taraftan Müslümanların yaşadığı coğrafyada tüm felaketlerin nedeninin “emperyalistlerin oyunu” olduğu şeklindeki kavrayış yoksunu, savunmacı anlayışlar büyük sorun. “Bu kafa ile, bırakın sorunların üstesinden gelmeyi, ne Ortadoğu’yu, ne dünyayı anlamak mümkün” diye yazıp duruyoruz. Ama mesele sadece bilgi, birikim meselesi değil, konu Ortadoğu veya Batı dışı dünya olunca, kestirmeci hükümler, önyargılar, özensiz yorumlar kolaylıkla devreye girebiliyor. Bilgilisi de, bilgisizi de aynı noktada buluşabiliyor. Birilerinin savunmacı sığlığına karşı diğerleri eleştirellik adına kestirmeci ve suçlayıcı bir diğer uca savrulabiliyor.

Bilgisizlik mazereti
Son örnek, büyük tarihçi olduğu konusunda hepimizin kolayca ittifak edebileceği İlber Ortaylı’nın, “Ortadoğu ve Terör” başlıklı, Hürriyet gazetesinde Pazar Buluşması yazısı. Hoca, bu başlık altında Mezopotamya tarım toplumlarından bugünün Ortadoğu’suna hızlı bir geçişle hükmünü vermiş, “Ortadoğu fakir ve bu kıta üretim yapmayan kitlelerin yurdu. Ciddi olarak nüfus artışını planlayan tek büyük ülke İran”. Doğrusu bu hükmün iç mantığını da anlamak mümkün değil, mesela Suriye ve Irak, nüfus artışını kontrol etmediği için mi bu durumda? Sonuçta, üretim gibi bir sorun var ama bunun nedeni, buralarda yaşayanların tembelliği ve buna karşılık habire çoğalması mı? Anlamak mümkün değil. Dahası, iyi bir tarihçinin, sadece Arap-Yahudi gerilimini baz alarak, “Ortadoğu’nun karışıklığı 1920’leri, otuzları bekledi” saptaması neyin nesi? Öyle ise “Osmanlı devri boyunca Ortadoğu güllük gülistanlıktı” sanan İslamcı-muhafazakârlara neden laf ediyoruz? Onların hiç olmazsa ciddi bir bilgisizlik üzerine kurulu ideolojik yaklaşım gibi bir “mazeret”leri var. Osmanlı tarihine aşina birisi, nasıl bu kadar kestirmeci hükümler verebilir! Bırakın bugün Ortadoğu denilen coğrafyada Osmanlı döneminin karmaşık tarihini, sona yaklaşırken bu bölgede yaşanan ve 1860 krizi ile tırmanan dalgalanma nasıl unutulur? Sonra Birinci Dünya Savaşı esnasında ve ardından yaşananlar, hepsi Arap-Yahudi geriliminden mi ibaretti? “Özet geçmiş” desek, o zaman bu kadar kısa bir özette, neden konu Rus Narodniklerinden Makedonya krizine kadar pek çok tarihsel örneklerle uzatılmış, “terör” tarihine not düşmek adına mı? İş gelip haşhaşilikle zamane terörünü buluşturmak ise, ünlü oryantalist Bernard Lewis, 1967’de yayımladığı “The Assasins” adlı çalışmasını, 11 Eylül sonrasında güncelleyerek dolaşıma sokmuştu. “İslam barış dini ama bugün İslam adına terör yapanlar, haşhaşiler gibi radikal ekollerin takipçisi” diyerek, destekçisi olduğu neo-conlar nezdinde konuya açıklık getirmişti.

Tam bir oryantalist
Aslında Lewis’in de iyi bir “mazereti” var, tabirin olumlu ve olumsuz manası ile, Lewis tam bir oryantalist isim. Olumlu manadan kastettiğim, eski oryantalist geleneğin bir üyesi olarak, konusuna son derece hâkim, sözünü ettiği coğrafyayı, bu bölgede yaşayan pek çoklarından iyi bilmesi, dillerini konuşması, iyi bir tarihçi olması. Olumsuz mana ise tabii ki oryantalistlerin “Doğu’ya, Batı merkezli kalıplar” içinde bakması ve çalışmalarında bu kalıpları yeniden üretme çabası içinde olması. İşte İlber Hoca’nın, benzer bir yoldan ilerlemek bir yana, Ortadoğu tarihi okumak isteyen okuyucularına tavsiye ettiği Lewis böyle biri.
Aslında çok da tesadüf değil, bizim İlber Hoca’mız da böyle biri, derin bilgi ve keskin zekâsına karşın, dünyaya oryantalist ve ziyadesi ile seçkinci bakan, parlak devirleri dışında Doğu’yu hakir gören, bırakın Doğu’yu sıradan insanı hor gören, bundan büyük memnuniyet duyan bir hocamız. Doğrusu seçkinci yaklaşımlara, popülizm ve lümpenleşme karşısında bir panzehir olarak da bakabiliriz, ancak kabalığa karşı zarafet, cahilliğe karşı bilgelik, sığlığa karşı incelik ve derinlik vazettikleri ölçüde. Aksi takdirde, sonuç maalesef kestirmecilik, hoyratlık ve nobranlık oluyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları