Kürtler, Kürtlere borcumuz

14 Aralık 2015 Pazartesi

Kürt siyasetinin geldiği nokta, Kürt illerinde yaşananlar, “terör” dilinin geri dönmesi, albuka altındaki mahalleler, savaş sahneleri, yine yaşadıkları yerden göç eden Kürtler, yine iki taraf arasında kalanlar ve dahası olanlar karşısında hiçbir şey yapamamak, söylenen her sözün havada kalması o denli üzücü, yaralayıcı ki adeta bu konu üzerine yazmak istemez hale geldim. Yine de konuşmamak, yazmamak çare değil, tam tersi, yeise kapılıp susmak meydanı savaşa, umutsuzluğa bırakmak olur.
PKK’nin haziran seçimlerinden kısa süre sonra savaşa dönüş kararını hiçbir şekilde izah edilir bulmadım, hâlâ da bulmuyorum. İktidar partisinin, bundan çok önce, haziran seçimleri öncesi “barış süreci”ni bitirdiği, milliyetçi siyasetlere geri döndüğü ve HDP’yi yani demokratik siyaset zeminini hedef aldığı acı bir gerçek. Ne olursa olsun, Kürt tarafı yangına körükle gitmemeliydi diye düşünenlerdenim. Dahası, Kürt siyasi çevrelerinin demokratik çevrelerden özerklik ilanlarını, şehir savaşı stratejilerini desteklemesini beklemek akıl alır gibi değil.

HDP projesi
Tüm bunların uzun uzun tartışılması gerekirken, bir yandan AK Parti/devlet, “terörle mücadele” adına, Kürt meselesinin özgürce tartışılmasını imkânsız hale getirdi. Diğer taraftan, Kürt siyasi çevreleri, doğrularını tartışmaya açmak tavrından çok uzak, sadece onaylanmayı bekliyor. HDP, zaten bir siyasi platform olarak sürdürülmesi zor bir proje idi, böylesi bir ortamda tam bir belirsizliğe savrulmaktan kurtulamadı. Şimdilerde bazı kaçınılmaz gerilimler su yüzüne çıkıyor. HDP Eş Genel Başkanı Selahaddin Demirtaş’ın, “parti içinde bazıları Erdoğan sevdalısı” sözü, buzdağının ucunu göstermiş oldu. HDP içinde ve onun ötesinde Kürt siyasi çevresinde farklı fikirlerin olması çok doğal, asıl sorun, “sorun yokmuş” gibi yapılmasıydı. Gerçi, Kürt meselesinin çözümü adına siyasi ittifakı sıkı tutmak anlaşılır bir tutumdu, ama daha sağlıklı ve açık sözlü bir yol tutmak belli ki daha iyi olacaktı.
Bu çerçevede, HDP çevresinde siyaset yapanların, Demirtaş’ın sözlerine tepki duyması anlaşılır bir şey, ama durun bir dakika! “Keşke seni başkan yaptırmayacağız demeseydi, açık kapı bıraksaydı” diye itiraz etmek, olanların sorumluluğunu Demirtaş’a fatura etmek, iktidarın bu denli acımasız, tavizsiz bir siyaset yürüttüğü, olağanüstü rejim tedbirlerini meşrulaştırdığı bir dönemde hiç de “hoş” ve dahası hakkaniyetli değil. Kürt siyasetinin, devlet ve PKK siyasetleri ötesinde, farklı eleştiri ve tartışma alanına öteden beri ve şimdilerde çok ihtiyacı var. Ama, bu alanı açmanın yolu, “keşke Erdoğan’ı bu kadar kızdırmasaydık” fikrinden ibaret olmamalıydı, böylesi devlet/iktidar çizgisini meşrulaştırmak riski taşıyor. Dahası, Kürt siyasetinin artık, aşırı pragmatizm ile savaş stratejisinin ötesinde demokratik siyaset çerçevesinde ısrarlı bir zemine ihtiyacı var. Aksi takdirde, ne savaş ne de sığ pragmatizm bu devasa sorunu çözmekten çok uzağa düşecek bir savrulma dışında bir şey vaat ediyor.

En sağlam yol
Son olarak, HDP’nin ‘Türkiyelileşme’ değil, ‘demokratikleşme ile kendini tahkim etmesi gerekiyordu, zaten böylesi bir nevi Türkiyelileşmenin en sağlam yolu olurdu. Kürtlerin, kraldan çok kralcı Türk/Türkiyeli yoldaşlara veya hayallerini gerçekmiş gibi görmeye imkân veren muhaliflere değil, demokratik tartışmaya ihtiyaçları var. Bu Kürtlerin işi, biz karışmayalım demiyorum, tam tersine Kürtlere barış ve demokrasi borcumuz var, bu yönde beklentisiz çaba harcamak, dertlenmek zorundayız veya Kürtlere ancak böylesi bir tavrın karınca kararınca faydası olabilir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları