Dişli siyasetten içli siyasete

09 Ekim 2015 Cuma

Allah kimseyi bu duruma düşürmesin; “Türkiye bölgesinde oyun kurucu”, “küresel aktör”, “yumuşak güç, hatta gerekirse o kadar da yumuşak olmayan güç” diye şişirilen dış politikanın geldiği nokta ve hezimetin derecesi, bu sayıklamalara başından beri itibar etmeyen benim gibilerin bile tasavvurunu aştı. O kadar ki, Rusya’nın son hamlesi karşısında, hiç olmazsa iç politikada işe yarar diye devreye sokulan göstermelik heyheylenmelere bile girişilemedi, “kırgınız” dendi. “Dişli” dış siyasetten, “içli” dış siyasete hızlı geçiş yaptık, ulusça kırgınız.
Türkiye’nin en büyük sorunu, dünyada olan biteni ve yeni gelişmeleri doğru dürüst kavramak üzerine kurulu uzun vadeli siyaset üretememesi. Türkiye, her şeyden önce, Soğuk Savaş dönemi sonrası dünyaya ayak uyduramadı; bu dönemde, Turgut Özal’a atfedilen “vizyon sahipliği” de fazlasıyla abartılıdır, onun değişimi kavrayışı da fazlası ile sığ idi. Zaten ardından doksanlı yılların ters tepmesi geldi. AK Partisi’nin devraldığı miras bu idi, eski İslamcılar pragmatik nedenler ile de olsa, Türkiye reformuna talip oldukları ölçüde destek buldular, dış siyasette de önleri açıldı. Bir diplomatın ifadesi ile, “aldıklarını, bulduk sandılar”, o başka.
İşin kötüsü, Türkiye, daha Soğuk Savaş sonrası durumu tam kavrayamamışken, bu esnada dünya çapında da ciddi savruluşlar oldu. Bir kere, “Soğuk Savaş bitince, her dert bitecek, dünya liberal demokrat olacak”, “tarih bitti, ideoloji bitti yaşasın!” diye ortalığı velveleye verenlerin öngörüleri çıkmadı. Bu paradigma tarihin en kısa hâkim olan paradigması olarak doksanlarda başlayıp 11 Eylül 2001’de nihayete erdi. Ardından, Doğu Avrupa’nın dönüşümüne benzer modeller olarak parlatılan “renkli demokrasi devrimleri” geldi ama onların ömrü daha da kısa oldu. Şimdilerde, doksanlı yılların iddialı “çatışma çözümü” modelleri de bel veriyor. Filistin süreci zaten çoktan çıkmaza girmişti, Güney Afrika’da ırkçı yönetimin sonunu getiren çözüm modeli, ülkeyi başka çıkmazlar içine soktu. Kürt meselesinin çözümünde İrlanda’yı örnek olarak dillerinden düşürmeyenler için kötü haber, en son, Kuzey İrlanda sinyal vermeye başladı. Hoş, sabah akşam Güney Afrika-ANC, İrlanda- IRA örneklerinden söz edenlerin çoğunun bu çatışmaların gelmişi, geçmişi, mahiyeti hakkında hiçbir fikri yok, çiklet gibi aynı lafları tekrar edip duruyorlar. Aslında bu parlatılan modeller fazlasıyla tartışmalı, ama bizimkiler “Hayırlı Cuma Anlaşması” diyor başka bir şey demiyor, o başka.
Kısacası, Türkiye tam doksanlarda kaçırdığı, “Soğuk Savaş dönemi sonrası yeni dünya düzeni”ne ayak uydurma yoluna girmişken -bir yandan iktidar partisinin bu hattan savrulması, diğer yandan tüm dünyada Soğuk Savaş sonrası düzen diye sunulan tablonun tutmaması ve tam aksine çatışmaların yükselmesi ile- iyice açığa düşen bir ülke haline geldi. İçgörüsü eksik, dünya kavrayışı sığ, hayat bilgisi zayıf toplumlar, siyaset üretemedikleri ölçüde, bir yanda çatışma, diğer yandan baskı üretiyorlar. Siyasetin kalitesi, baskı yöntemine başvurmaksızın güvenli bir ortam sağlamak, farklılıkların çatışma boyutuna varmayacak şekilde varlığını korumasını yönetebilmek, kısacası sorunları en düşük özgürlük maliyeti ile çözebilmek kabiliyeti ile ölçülür. AK Partisi iktidarının, siyasi kalitesinin ne ölçüde düşüş içinde olduğu ortada. Bu kalitede seyreden siyasetin içerde de, dışarda da çatışma üretmesi şaşırtıcı değil. Diğer taraftan, Türkiye’nin, bölgesinde kolaylıkla göz ardı edilemeyecek önemli bir ülke olması, sıklıkla varsayıldığı gibi bir gelecek garantisi değil, tam tersine! Büyük başın büyük derdi olur, bölgede önemli bir ülke olmak Türkiye’nin gelecek risklerini daha da artıracak.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları