Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Sorun Yalan Değil ki… Propaganda

16 Şubat 2014 Pazar

Propagandanın piri, faşizmin mucidi diktatör Mussolini olmuştur.
Mussolini bizzat basından geldiği için, yayın organlarının salt kendi amaçları doğrultusunda kullanılması adına dört başı mamur bir sistem yaratmıştı…
Faşizm temellerinin inşa edildiği Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda İtalyan diktatör, tüm yayın araçlarını istisnasız ele geçirmiş, bu yayın organlarının içine özel hükümet komiserlerini yerleştirmişti.
Bu “komiserlerin” görevi, Duçe’nin hazzetmediği yazıları budamak olduğu kadar; rejimin dayanağını oluşturacak “faşist kamuoyunu” da inşa etmekti.
Amaçlanan şey halkın hükümetle bire bir aynı doğrultuda düşünmesiydi.
Bu açıdan Usta… pardon…“Duçe”nin adamlarının leb demeden hemen leblebiyi anlaması çok önemliydi.
Evlere daha girmeyen TV’lerin yerini o yıllarda radyo tutuyordu.
Duçe, propaganda faaliyetlerinde gazeteler yanında radyoya büyük önem atfediyordu. Radyo programları “Duçe”nin konuşmaları, söyleşileri, demeçleri ile başlıyor; “Duçe”nin kabul merasimleri, aktiviteleri ile kapanıyordu.
Kamuoyunu istenilen kıvama, asıl radyolar getiriyordu.
‘Duçe yanılmaz!’
Duçe” ile yatıp, “Duçe” ile kalkan Çizme’nin düsturu o yıllarda “Lider hiçbir zaman yanılmaz!” ilkesiydi.
Mussolini dünyasında yaşamsal yer tutan bu “propaganda sisteminde” devreye sokulan araçlar radyo ve gazetelerden ibaret değildi.
İmaj”ın önemine atik tetiklikle o yıllarda uyanan Mussolini devrimci bir atılımla, İtalya’nın Hollywood’u olan Cinecitta’yı kurmuştu! Ancak buradan çıkan filmler, faşist ideolojiye mutlak uyum göstermek zorundaydılar.
“Cinecitta” yapımları vizyona girerken bunlara, günün reklamlarını andıran “propaganda filmleri” eşlik ediyor; seyircide yaratılmak istenen etki böylece katlanmış oluyordu.
Tüm bunların hepsini denetlemek için ayrıca bizim RTÜK misali bir “Min. Cul. Pop” (Ministero della Cultura Popolare/Popüler Kültür Bakanlığı) bakanlığı kurmuştu.
Propaganda bakanlığı olarak görev yapan bu kurumun işlevi, basın ve enformasyonun yanı sıra; “kültür dünyasını” “tekses” olarak iktidar ideolojisi etrafında devşirip “örgütlemek”; kimsenin dışına çıkmayı göze alamayacağı biçimde “denetleyip”, “sansürlemek”ti…
Min. Cul. Pop. çizgisini aşanlar; ya düşünür Gramsci gibi hapiste ölüyor, ya sürgüne mahkûm ediliyor, ya entelektüel yaşamın dışına itiliyordu.
Mussolini propagandası yalnız sanata ve entelektüel camiaya biçim vermekle sınırlı kalmıyordu.
Yeni nesillere şekil vermeye” heveslenen “Duçe”; eğitime ve genç nesilleri yetiştirecek kadınlara da çekidüzen vermeyi kendisine görev biliyordu.
Faşizmin diğer adı
Kadınlara, muhafazakâr geleneklere yaraşan biçimde “anne” rolü biçilirken; her fırsatta miniklere şefkat gösteren “Duçe” -milletin babası portresiyle- yüceltiliyor; gençlerin otoriteye boyun eğiş değeri olarak “inanç, biat, savaş/credere, obbedire, combattere!” üçlemesi öne çıkarılıyordu.
Mussolini ayrıca gene her vesileyle geçmişin görkemli “Roma İmparatorluğu’nu” gündeme getiriyor ve “ecdad” kontenjanından yücelttiği eski Roma’yı rejimin kurucu öğesi, tutkalı olarak kullanıyordu.
Kürtaj/sezaryen ayrıntılarına dek girdi mi bilmem ama gelecek nesillerden geçmişe ve kadına; basın yayın organlarından sanat ve kültür dünyasına… kadar Mussolini’nin çok geniş spektrumda “propaganda” bağlamında el atmadığı konu yoktu.
Öyle ki propaganda, faşizmin bire bir tanımı olmuştu.
Toplum mühendisliği denen şey
Aşk-ı Memnu’yu bir daha çekemeyiz! Hele Hatırla Sevgili’yi bir daha anlatabilmek mümkün değil. Çünkü bir toplum mühendisliği yapılıyor. Şu izleniyor, bu izlenmiyor diye bir şey dayatılıyor bize. Müslüman, özgür kadın figürü… yapmamız engelleniyor” diye isyanını bugün dile getiren Beren Saat’i okuduğumda işte bunları hatırlıyorum.
Beren’in “toplum mühendisliği” dediği şey; aslında bildiğimiz “Mussolini’nin propaganda teknikleri”nden ibaret…
Başbakan aklıselime karşın Gezi de “Benim başörtülü bacıma, başörtülü kızlarıma saldırdılar!” diye esip gürlerken tıpatıp aynı propaganda tekniklerini kullanıyordu.
Gerçeğin ne olup ne olmadığı bu nedenle onun için önemli değil…
Önemli olan kamuoyunun, özellikle de “rejimin dayanağını oluşturan kamuoyunun” bizzat yönettiği algısı önemli…
Muhalefet ve Kılıçdaroğlu; “Yalan ortaya çıktı!” diye seviniyor.
Kılıçdaroğlu; “RTE bir kez daha suçüstü yakalandı!” diyor: “Gökkubbe altında hiçbir şey gizli kalmaz. Bu yalan da kalmadı. Başbakan da yalanını, tahrikçiliğini, halkı karşı karşıya getirerek suçlarını örtbas etme ve böylece gündemi değiştirme oyununu gizleyemedi. Takke düştü kel göründü. Minare kılıfa sığmadı, Başbakan’ın yalanı çirkin yüzüyle ortaya çıktı!
Öyle mi hakikaten?
Gerçekler yalana sonunda galip mi gelmiş oldu?
Yoksa -gerçek ne olursa olsun- galip gelecek olan sonunda propaganda mı olacak?
Bu sütunda bunu daha önce defalarca yazdım…
Erdoğan’la baş etmek istiyorsanız; “gerçek neydi, ne değildi”yi bir yana bırakın; kör kör parmağım gözüne bu propagandayla nasıl mücadele edeceğinize bakın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları