Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Şort, tekme ve siyasi tiyatro

22 Eylül 2016 Perşembe

Şiddete, tacize, cinsel saldırıya, tecavüze tanınan “kültürel dokunulmazlık” ayrıcalığını, ilk kez bu yıl başında Köln’de yaşanan toplu taciz olayıyla duydum.
Hatırlarsanız 2015’i 2016’ya bağlayan gece, Köln’de; Müslüman göçmenler tarafından gerçekleştirildiği ileri sürülen bir organize taciz badiresi yaşanmıştı.
Köln istasyonu civarında “Arap görünümlü” olduğu söylenen yüzlerce erkek, çetelerle... yalnız kadınları markaja alıp her türlü sözlü ve fiziki tacizi gerçekleştirmişti.
Sade Almanya’da değil, tüm Avrupa ülkelerinde şok yaratan eylemin ardından günler boyunca “kadın erkek eşitliğine”, “kızlı erkekli karma yaşama”, “kadın özgürlüklerine” karşı yaşanan bu saldırı konuşulmuş; “Böyle bir şey nasıl olabildi?” sorusu sorulmuştu.
Kadınlar “Bedenimize sahip değil miyiz?” şoku yaşamıştı. Yurttaşlar “Kamu alanına sahip değil miyiz?”, “Kent sokakları korunmasız mı? Devletimiz nerede? Bize hangi hadle bunu yapabildiler?” sorularını yöneltmişti.
Bunları o dönemde de yazmıştım.
“Kültürel muafiyet/dokunulmazlık” tespiti işte bu sorulara bir yanıt olarak ortaya kondu.
Mısır’daki Tahrir gösterilerinde de ilk defa benzeri “toplu taciz” vakaları görülmüş; bunları merceğe alan Uluslararası Af Örgütü söz konusu dinamiğin kadına yapılan her türlü baskı, saldırı, şiddeti mazur gören ve kendine hak sayan bir “kültürel dokunulmazlık” evreninden kaynaklandığını ortaya koymuştu.
Köln’deki göçmenler aynı “kültürel dokunulmazlık” anlayışı ile harekete geçmişlerdi.

‘İnternete çıkmışsın!’
“Ne hadle?” sorusunun yanıtı özetle “zihniyet”te kilitleniyordu.
Ayşegül Terzi’nin bir İstanbul otobüsünde yaşadığı saldırı, aynı “kültürel dokunulmazlığın” sonucu.
Gözaltına alınıp salınan ve sonra infial nedeniyle tekrar tutuklanan fail Abdullah Çakıroğlu’nun resimlerini gördünüz. Pis pis sırıtıyor. Çünkü yaptığından kıvanç duyuyor.
Tekmeci, popülarite kazandığı için öncelikle çok memnun. Çevresi kendisini “sefil, aşağılık adam!” diye değil, tebrik edercesine “İnternete çıkmışsın Abdullah!” diyerek aramış. Özetle Abdullah prim yapmış. Tekmecinin verdiği ifade de, bu toplumda çok kesimdeki yaygın “zihin haritasını” ortaya koymak açısından ibretlik.
“Yaşadığımız ülkenin ve toplum değerlerinin ayak altına alındığını, bayan şahsın kendisi ve çevresinde bulunan insanlara giyiniş tarzı ile saygı göstermediğini düşündüm” diyen yaratık ekliyor: “Manevi yönüm ağır bastı. Kalkarak yüzüne bir tekme attım!”
Erdoğan’ın kadınlara atfen yaptığı, “Dolmabahçe’deki ofisimin penceresinden Kadıköy vapurundan inenlerin halini görüyorum” şeklindeki değerlendirmeleri düşündüğümüzde, yukarıdaki zihniyetin tepeden nasıl beslendiğini görüyoruz. Bülent Arınç’a filan girmiyorum. Onları da sıralayacak olursak, koca bir liste yapmak lazım.

Samimiyetten uzak
Kadına tahakkümü kendinde hak gören bu zihniyetin temsilcileri ülkenin kaderine koşulsuz hükmederken bu durumda kabinenin tek kadın bakanının “kınama” mahiyetindeki gecikmeli açıklamaları yekten havada kalıyor.
Adı “kadın” bakanlığından “aile” bakanlığına çevrilen bakanlığın başındaki tesettürlü kadın bakan üstelik bu fırsatı, üniversitede gördüğü “başörtü zulmünü” tefrika etmek için kullanıyor. Tekme yiyen hemşirenin talihsizliğini bitmeyen bir mazlum edebiyatı için “siyasi malzeme” yapmaktan çekinmiyor.
O nedenle yazık ki, Fatma Betül Sayan Kara’nın sözleri samimiyetten uzak bir siyasi tiyatro etkisiyle sınırlı kalıyor.
İktidar mevkiinden edilen lafların bir etki yaratabilmeleri için, Köln’deki gibi, öncelikle bir zihniyet hesaplaşmasının eleğinden geçmesi lazım.
Mevcut koşullarda bu yapılamayacağına göre iktidar konumundan yükselen retoriklere bel bağlayamayız.
Bekleyebileceğimiz ve bel bağlayabileceğimiz tek şey Abdullah Çakıroğlu’nun emsal teşkil edecek bir ceza almasıdır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları