Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Odessa Göz Göre Göre Tutuştu

06 Mayıs 2014 Salı

Birkaç yıl önce Ukrayna’ya yaptığım ilk geziyi anlattığım dizide; “Şairler ve casusların kenti” demişim Odessa için…
Putin ve Obama’nın provokatörleri, casusları ve kiralık askerlerinin, uzmanlarının kol gezdiği kentte hafta sonu yaşanan korkunç gelişmeleri izlerken “Karadeniz’in incisi” diye tanınan kentteki izlenimlerimi hatırlıyorum şimdi…
Odessa, aslında baştan böyle kurulmuş…
Karadeniz kıyılarının fatihi” Rus Çariçesi
Büyük Katerina, 1789 yılında Osmanlılardan bu toprakları aldığında… burada sadece Hacıbey adında bir kale varmış… Kuzeyde Deli Petro’nun yoktan yarattığı San Petersburg gibi bir kentin benzerini, buraya Karadeniz kıyılarında dikmek isteyen ihtiraslı hükümdar, “Amerika’nın Vahşi Batısı gibi bu toprakları sıfırdan yerleşime açmış. Ve bu amaçla… Avrupa’nın dört bir yanından her din, dil, millete mensup insanlara davetiye çıkarmış. Gelenleri burada çeşitli şekillerde mükafatlandırmış.

‘Vahşi Batı’ ruhu
Odessa’ya gittiğim yıllarda limana hâkim en görkemli noktada bulunan -heyhat sonra oradan taşındığını öğrendiğim!- Türk konsolosluğundan az ilerde örneğin, çok ilginç bir sanat müzesi vardı...
Müzenin içinde bulunduğu ev vaktiyle buraya İstanbul’dan gelen, Osmanlı Rus savaşında II. Katerina adına casuslukyapan bir Rum kadına aitmiş.
Çariçe, “casusluğunun” mükafatı olarak bu zengin malikhaneyi Sofia’ya armağan etmiş…
Böyle kolayına servet yapmak isteyen, macera arayan kim varsa…o yıllarda, Çariçe’nin teşvikiyle Odessa’ya akmış. İhtillalerden, savaşlardan, fakirlikten kaçan Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar, Polonyalılar, Slav ve Yahudiler… buraya dolmuşlar. Odessa böylece baştan benzersiz fay hatları ve tezatlar barındıran bir “mülti külti kent olarak doğmuş.
Yahudi nüfusunun bolluğuna karşın, Yahudi düşmanlığı da kentte örneğin bir o denli eski ve köklü. Yahudiler, ilki 1821’de… defalarca burada “kıyım/pogrom” yaşamışlar.
Vahşi Batı”nın genleri, zamanla buraya
Karadeniz’in en ürkütücü “mafya kentlerinden birini yapmış.
Öyle ki rehberler dahi gelen turistleri kentin ciddi bir “mafya karargâhı” olduğuna dair burada uyarıyor. Odessa’da karaborsa her türlü silahın elde edilebildiği herkesçe konuşuluyor.

Puşkin ve Ayzenştayn’la anılıyor
Odessa’nın bir yüzü buysa, diğer yüzü de Viyana’dan eksik kalmayan… rafine kültür, sanat atmosferi…
Kentin “opera” binası, Viyana operasının bire bir kopyası… Sokaklarda, parklarda konservatuvar öğrencileri kendilerinden geçmiş huşu içinde klasik müzik çalıyor. Sanat müzelerinde Kandinsky gibi dünya çapındaki isimlerden, Karadeniz resimleriyle bilinen Ayvazovsky’ye dek pek çok ünlü ressamın tabloları bulunuyor.
Kestane ağaçlarıyla çevrili bol gölgeli ve serin Primorsky Bulvarı’na bakan 19. yüzyıldan kalma görkemli oteller, bir vakitler burayı aristokrasinin en sevilen sayfiyesine dönüştüren zengin geçmişi hatırlatıyor. Ünlü Rus şairi Puşkin’in burada geçirmiş olduğu sürgün yıllarında bıraktığı izler, Ayzenştayn’ın unutulmaz sinema klasiği Potemkin Zırhlısı yapıtı ile belleklere kazınan “Potemkin merdivenleri”… Odessa’nın çılgın, korkutucu “Vahşi Batı ruhu” denli, yüksek kültür ve sanattan nasibini alan albenili geçmişini çağrıştırıyor.

‘Yeni Yalta düzeni’ kapışması
Cuma günü, Rus-Ukrayna yanlıları arasında çıkan çatışmada sendika binasından yükselen korkunç yangının alevlerini seyrederken, Odessa’nın bu iki zıt ruhunu düşündüm…
Odessa gibi derin tarihi, siyasi, kültürel fay hatlarının geçtiği bir yerde; vahşetin böyle uygarlığa bir anda galebe çalması çok ürkütücü olmakla beraber beni hiç şaşırtmadı…
Ukrayna’daki ilk gezimden itibaren tüm yazılarımda, Karadeniz’deki “büyük güçler dengeleri” başta olmak üzere adı bile “sınır anlamına gelen Ukrayna’nın yazgısının, hep pamuk ipliğine bağlı olduğunu belirtmişim.
7 yıl önce 2007 Haziranı’nda yazdığım bir yazıda örneğin, “Ukrayna üzerinde kartlar yeniden açılıyor” derken şu sözleri not düşümüşüm:
(2005’te AB’ye giren...) Diğer Doğu Bloku
ülkelerine göre, büyük lokma Ukrayna’daki gelişmeleri Brüksel… ‘siperden’ izliyor. ‘Turuncu Devrim’in sahibi Washington… başka önceliklerle meşgul. ‘Kapanın elinde kalmak’ kaderiyle baş başa kalan Ukraynalıları, ancak kendileri kurtaracak. Bunun da ‘olmazsa olmaz’ iki koşulu var: Dışa güdümlü olmayan bir siyasi sınıf ve istikrarlı siyasi sistem. Kiev’de, iki koşulun ikisi de yok!” (“Kiev’de Atılan Zar”, 11/6/2007 Sağnak)
Ukrayna’da Oynan Oyun” ve “Tarihin
Karadeniz’in çılgın sularına geri dönüşü çok ürkütücü” dediğim, bir yıl arayla yazdığım diğer yazılarda ise, Turuncu Devrim’den itibaren patlak veren Ukrayna’daki siyasi kapışmanın, sıradan bir siyasi mücadele olmadığını; sonucun, yeni Yalta düzenini” ve bu düzenle beraber… Karadeniz komşumuzun hangi “yanda kalacağını belirleyeceğini söylemişim…
Ukrayna’da olan hiçbir şey bu nedenle beni şaşırtmıyor.
Şaşırdığım tek şey… çıplak gözle görülen bu gerçeklere karşın, Batı’nın nasıl olup da bu savruluş ve sürüklenişe… bu noktaya gelene dek izin vermiş olduğudur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları