Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Kızkulesi'nde Bahar
Dalgaların sesi, vapurların düdükleri, martıların çığlıkları, balıkçı takalarının şenlikli şamatası...
Tam bir “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” durumu.
Doğayı ve İstanbul’u bir arada buradan daha iyi dinleyebileceğiniz, daha yoğun duyumsayabileceğiniz başka bir adres yok.
Güneşin göz aldığı bir bahar sabahında benim yaptığımı yapın, üşenmeyip siz de Kızkulesi’ne gidin.
Bana mutlaka hak vereceksiniz.
Bu yolculuk, kendinize yapabileceğiniz en keyifli kıyaklardan biri olacak ve belki çoktandır unuttuğunuz iç sesinizi yeniden burada işiteceksiniz.
Ömür boyunca önünden geçerken hep merak etmişimdir: Erişilmez uzaklıkta duran bu minik kuleden İstanbul’a bakmak acaba nasıl bir duygudur diye?
İlk izlenim hemen söyleyeyim ki şaşkınlık oluyor.
Çünkü burası bir “illüzyon/yanılsama” anıtı…
Kızkulesi’ndeki ilk etki; karadan ve denizden bakışın taban tabana tersini yaratıyor.
İstanbul’un iki yakasından da yalıtılmış mesafe ve yalnızlıkta yükselen yapı zira kentle gerçekte her an kucaklaşıyor.
Hele de Salacak kıyısı. Buraya çok yakın. Evliya Çelebi’nin tanımıyla yalnızca “bir ok atımı uzağında!” Bu sürpriz keşif için dahi Kızkulesi’ne gitmeye değiyor.
‘Her tarafımız deniz!’
Evde yaşamı felç eden felaket bir tamir faaliyeti olduğu için günlerdir kendimi dışarı atıyorum. Bu vesileyle THY’den almam gereken bir bilet için Asya yakasına geçmeyi fırsat bildim. Malum Taksim’deki THY bürosu dört aydır kapalı!
“Global havayollarımızla” uçuş şerefine nail olmak isteyen tüm Avrupa yakası yolcuları, internetten bilet işlemlerini yapmıyor/yapamıyorlarsa, mecburen Kızıltoprak’a teşrif etmek zorunda. Kendim için dönüşte biraz da keyif yapayım dedim ve Salacak’tan Kızkulesi’ne yolcu taşıyan motorlardan birine bindim.
Binmemle motordan inmem zaten bir oldu. Benimle birlikte cıvıl cıvıl söyleşen okul çocukları ve kara çarşaflı kadınlardan oluşan iki değişik kafile, kuleye ayak bastı. Heyecanla aralarında “Her tarafımız deniz!” diye bağrışan Arap turistler, denizle ilk kez bu mesafeden iç içe oldukları izlenimi veriyordu.
2000’ler başında restore edilen kuleye monte edilen en “kitch/zevksiz” restorana turist grupları yönelirken ben girişteki merdivenden yukarı çıktım.
Kulenin en tepesindeki seyir terasına çıkan katlara, aynı feci restorasyonun parçası olan bazı ilkel canlandırmalar yerleştirilmiş.
Kızkulesi’nin farklı dönem öykülerini anlatan bu canlandırmaların sofistikasyonu, benim mini deniz seferime eşlik eden ilkokul öğrencileri ile Arap turistlerin düzeyini karşılıyordu.
Bir dünya markası olan İstanbul’un logosu, imzası, mührü, simgesi ve ruhu sayılan anıta yerel yönetimlerimizin biçtiği değer, ne yazık ki bu kadar.
Denizin ortasındaki beyaz yalınlığı ve çıplaklığıyla çok daha etkileyici ve şiirsel bir görünüme sahip olan yapı, her şeye rağmen insanı öyküleriyle alıp götürüyor.
Girişte elimize tutuşturulan broşürcükte verilen bilgilere göre, Kızkulesi’nin 2500 yıllık bir tarihi var…
Gıcır gıcır sanki yeni yapılmış gibi kaba ve üstünkörü biçimde restore edilen kuleyi, bu büyük geçmiş aslında 3000 yıllık Efes’le karşılaştırılacak önemde bir tarihi anıt yapıyor. Yüzyılların gizemine sahip olan kulenin romanlara ilham sağlayacak söylenceleri, eski Yunan ve Bizans’a dek uzanıyor.
Bir ‘Aşkı Memnu’ kulesi
Söylencelerin hepsi de hazin. En hazin olanlarından biri, kulenin aynı zamanda “Leandros” adıyla anılmasına yol açıyor.
“Leandros” efsanesine göre Salacak’ta bir zamanlar bir Afrodit tapınağı varmış. Tapınak rahibelerinden -“aşka yasaklı”- Hero, kulenin bekçisiymiş. İlkbaharda kule etrafında yapılan doğanın uyanış kutlamaları -yani “nevruz”- şölenleri sırasında; Boğaz yakasından kutlamalar için buraya gelen Leandros isimli bir gençle Hero tanışıyor ve gence âşık oluyor.
Leandros, gemilere yol gösteren kulenin fenerinin ışığını izleyerek her gece buraya yüzüyor ve Hero ile buluşuyor.
Fırtınalı bir gecede fener -“Hero’nun yaktığı sevda ateşinin feneri!”- sönüyor! Yolunu yitiren Leandros boğuluyor...
Kayalarda Leandros’un cansız bedeniyle karşılaşan Hero da kendisini öldürüyor. İstanbul’un simgesi olan Kızkulesi, başka deyişle bir “Aşkı Memnu” kulesi…
Mezar, savunma kalesi, karantina merkezi, gözetleme yeri, deniz feneri, gümrük, depo ve radar olarak kullanılan kule; İstanbul’un farklı çehreleri gibi farklı işlevlere bürünmüş.
Ancak bir işlevi var ki tarih boyunca hiç değişmemiş.
Gerek Osmanlılar, gerekse de Bizanslılar; kuleyi hep dehşet saçan bir zindan, sürgün yeri olarak kullanmış.
Bu topraklarda bugüne değin sürdürülegelen “zindan geleneği”, diğer ifadeyle İstanbul’un 2500 yıllık geçmişiyle örtüşüyor.
Kulenin tepesinde; tarihi yarımadadan, Maslak’a dek İstanbul’u ayaklar altına seren manzaraya ulaştığınızda; bu müthiş kentin cennet ve cehennemi hep bir arada yaşatmış olduğunu düşünüyorsunuz.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Cüneyt Özdemir'den teğmen Ebru Eroğlu'na iş teklifi
- AKP'nin 'asgari ücret' formülünü duyurdu
- Emekli askeri hakimden Varank’a sert yanıt!
- Narin cinayetinde 'demir kapı' ayrıntısı
- Fikret Orman'dan Talisca yanıtı!
- Muazzez İlmiye Çığ hayatını kaybetti
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
- Salim Güran'ın ses kayıtları ortaya çıktı!
- Kazaya müdahale eden polislerden biri şehit oldu!
- Enes'in cezaevi konuşmaları ortaya çıktı