Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Hürriyet’e sahip çıkmak

10 Eylül 2015 Perşembe

7 Haziran seçimine yirmi gün kala, tam kampanyanın en civcivli zamanında Hürriyet’te Cumhurbaşkanı’na hitaben bir başyazı yayımlanmıştı.
“Bizden ne istiyorsunuz?” diye kırmızı alarm veren yazı, “Neden bize saldırıyorsunuz?” sorusunu soruyor, devam ediyordu:
“Bizi neden hedef gösteriyorsunuz? Sürgün mü edeceksiniz bizi? Neden korkmalıyız ki? Demokratik bir ülkenin cumhurbaşkanı vatandaşlarına neden korku ile yaşamalarından söz etsin? Korku ve demokrasi yan yana gelebilecek kavramlar mıdır?”
Artık demokrasi olmadığının kanıtları olan vahim satırlar bunlar, diye o zaman da yazmıştım.
Hürriyet’e o günlerde artan “baskı”nın fevkalade kaygı verici olan diğer yanı; gazetecilik camiasını ayağa kaldırması gereken bu çığlığın kayıtsızlıkla karşılanmasıydı.
Birkaç köşeyazarı dışında konuyu ciddiye alıp da üzerinde duran pek olmamıştı.
7 Haziran’ın iktidar tarafından “kadük” sayılmasının ardından, baskı, bu defa Hürriyet’e “açık şiddet” uygulama noktasına vardırıldı.
Dün ve önceki gün gazetelerin baş sayfalarına baktığımda içim acıdı.
Yas dolu “şehit haberleri” kadar önemliydi “Hürriyet”in basılması.
48 saatte, “amiral gazete” olarak anılan bir “yayın organı”, çalışanların can güvenliğini açıkça tehdit eder biçimde üst üste iki kez basılıyor ve yandaş olmayan tüm diğer yayın organlarına da böylece gözdağı veriliyor; buna karşın Cumhuriyet dışında hemen hiçbir gazete olaya manşetlik değer biçmiyordu.
Şükür ki can kaybı olmamıştı ama basın tarihimize geçecek olan bu korkunç vandallığın ardından “basın özgürlükleri” ölümcül darbe almıştı.

Faşizm böyle başlar
Faşizm işte böyle başlar.
Siyasi mücadelenin; fikir ve ifade özgürlükleri yerine “güç, zorbalık” üzerinden yapıldığı yerde demokratik yöntemler devre dışı bırakılmış, yerini sonu nereye varacağı bilinmeyen “fiziki tehdit” almıştır.
İtalya’da, yani faşizmin icat olduğu topraklarda; Mussolini’nin rejimi dönüştürmek için başvurduğu birinci dereceden işlevsel araç, “squadracce” adı verilen “kaba güç grupları”ydı.
“Şef”e körü körüne bağlı bu “çetelerin” işi benzerine, burada, bizde 7-8 Eylül’de rastladığımız gibi, gazete ve parti genel merkezlerini basmak; bu yerleri icabında “kundaklamak” ve icabında muhalif bellenen kesimlere “kaba güç”, “tehdit” kullanmaktı.
Karşıt görüşlü kişi/kurumları sindiren “çeteler”in yarattığı “şiddet”, her halükârda “cezasız kalıyor”, “Duçe”nin “kabadayıları” devlet tarafından hep korunup kollanıyordu.
“Hukuk” özetle çalışmıyordu.

Şiddet ortamında seçim
Muhaliflere karşı uygulanan bu büyük “gözdağı kampanyası”nı, ilerki aşamalarda siyasi cinayetler izledi...
Mussolini sonra şiddet ikliminde seçim yasasını tekrar istediği gibi dizayn etti. Bu yeni yasaya göre oyların yüzde 25’ini almak “mutlak çoğunluğa” yetecekti.
1924 seçimlerine yasa ve sandıkları baskı altına alan bu “faşist milisler”in gözdağı atmosferinde gidildi.
Mussolini’nin üçte iki çoğunluk elde ettiği o “zorba seçimin” ardından; tüm siyasi partiler, sendikalar ve faşist sayılmayan gazeteler kapatıldı.
O noktadan sonra “faşist parti” ve Mussolini’ye “muhalefet”, damardan “yasadışı” ilan edildi.
İtalya yirmi yıl alan ve ancak bir dünya savaşıyla çıkabildiği bir karanlığa gömüldü.
O nedenle diyorum ki ışıklar tamamen söndürülmeden uyanalım ve “Hürriyet”e sahip çıkalım. Yoksa tüm diğer “hürriyetlerimiz”den olabiliriz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları