Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Faşizmin Babası...
“Piazza Venezia/Venedik Meydanı”, Roma’nın en merkezi, en büyük meydanlarından biridir.
Asırlık ağaçların yanı sıra içinde birbirinden görkemli heykellerin bulunduğu Borghese bahçelerinin bitimindeki “Piazza del Popolo/Popolo Meydanı”na açılan Roma’nın İstiklal Caddesi “Via del Corso”yu geçtiğinizde… bu tarihi meydana çıkarsınız.
Yol boyu iki taraflı dükkanların sıralandığı alışveriş merkezi “Corso”dan, tarih yazan bu meydana çıktığınızda hemen sağ kolda karşınıza devasa boyutlarda bir bina gelir. İtalya’nın şehir devletlerinden oluştuğu dönemde Papalık nezdindeki eski Venedik büyükelçiliğini barındıran bu gösterişli binaya “Venedik Sarayı” denir. Meydanın bugün de “Venedik Meydanı” olarak anılmasının nedeni, bu saraydır.
“Venedik Meydanı” ve “Venedik Sarayı”nı İtalyanların beynine nakşeden olgu, Faşizmin yükseliş döneminde Mussolini’nin tüm önemli söylevlerini, bu meydanda ve bu sarayın balkonundan yapmış olmasıdır.
Sarayın orta katında derhal göze çarpan bu balkon, faşizmin en kara, en uğursuz anılarıyla özdeşleştirildiğinden, çok yakın döneme dek sımsıkı kapalı tutulan karanlık perdeler arkasında metruk bir görünüme sahipti. İtalyan birliğinin 150. yıldönümü vesilesiyle birkaç yıl öncesinde elden geçen ve perdelerini sonunda açan meşum “balkon” gene de, o ürkütücü faşist söylevlerle hatırlanır.
Dış mihrak, elit nefreti, yalan ‘propaganda’
Roma’da yıllardır yaşadığım semt, tarihi “Venedik Sarayı”nın çok yakınında olduğundan, her önünden geçişimde ister istemez ben de Mussolini’yi hatırlarım.
Mussolini yıllarında malum TV’ler yok. Ancak II. Dünya Savaşı yıllarının yaygın propaganda filmlerinden, bu meydanda yapılan konuşmaları her isteyen izleyebilir.
Faşizmin babası sayılan Mussolini burada acaba nasıl bir ton kullanmış? Hangi söylemlere yaslanmış? Neler demiş?
Mussolini’nin balkon konuşmalarına baktığımızda ilk karşımıza çıkan temanın; “mason Yahudi lobisi” ile “dış düşmanlar” olduğunu görüyoruz.
Faşist lider, “dış mihraklara” karşı kitleleri daima bir “ortak düşman” duygusu etrafında et-tırnak gibi kenetleyip, birleştirmeye çalışıyor…
“Lider” bunun yanısıra ayrıca bol miktarda “halk dalkavukluğu” yapıyor ve de yaygın biçimde “elitlere karşı nefret” öğesini devreye sokuyor.
Sonra da bunları herkesin anlayabileceği basitlikte bir dil ve demagojiyle harmanlıyor.
Demagojik olarak kullandığı söylemlerde; “gerçekle” “yalan” arasındaki çizgiler yok oluyor.
“Propaganda”nın tüm önceliklerin önüne geçtiği yerde; yalan ya da gerçek hiç fark etmiyor.
Faşizm nerede başlar?
Yetenekli ve çok usta bir hatip olmakla tanınan Mussolini; her santimetrekaresini faşit İtalyanlarla ağzına dek doldurduğu bu meydanı, yalnız kitleye gaz vermek için kullanıyor. Ve toplululuğu heycanlandırmak, korkutmak, yönlendirmek, tahrik etmek amacıyla her fırsatı değerlendiriyor…
“Meydan” diğer deyişle, dev bir manipülasyon amacına hizmet ediyor.
Faşist partinin bir yandan iktidarı örgütleyiş biçimine aracılık ederken, bir yandan da kitlelerin “propagandayla” beyninin yıkanmasına yardımcı oluyor ve “totaliter tek tipleşmeyi” sağlıyor.
İtalya; faşizm gibi “totalitarizm”in de malum doğum yeri.
Totalitarizmle toplumda özerk ve farklı olan tüm alanların yok edilmesi anlaşılıyor.
Dinse… din…
Vatansa… vatan…
Totalitarizm de herkesin tek değer, tek kıstas, tek simge, tek komut alında “köktenci” biçimde hizalanmasını ifade ediyor.
Faşist liderler; Mussolini ve Hitler gibi baştan seçimle iktidara gelmiş de olsalar; ellerinde tuttukları gücü “totaliter” biçimde tüm ayrılıkları ve farklılıları törpülemek için kullanıyorlar.
Hitler-Mussolini örneklerinde görüldüğü gibi, “faşistleşme” ve “totaliterleşmeye” karşı “sandık”; bu durumda somut engel teşkil etmiyorsa; alarm zilleri peki nerede çalıyor?
Faşistleşmenin ilk alametleri nerede başlıyor?
İlk büyük “kırmızı çizgi” nereden geçiyor?
Bu soruyu yönelttiğim İtalyan dostlarım; “zilin”, liderin iktidarına sınır tanımadığı yerde ilk çalmaya başladığını söylüyorlar.
Güçler ayrılığını reddeden ve kişisel iktidarına kısıt tanımayan liderler; seçimle işbaşına gelmiş de olsalar, kolaylıkla “faşistleşme” ve “totaliterleşme” çizgisine girebiliyorlar.
Demokrasilerle, faşist rejimleri ayıran kıstas dolayısıyla tek başına sandık olamıyor.
Güçler ayrılıklarına saygı…
Anayasadaki temel hak ve özgürlüklere saygı…
Azınlık haklarına saygı…
Çoğulculuk anlayışa saygı…
Türdeş ve totaliter olmayan ayrışmış, farklılaşmış toplum yapısına saygı…
Demokratik meşruiyet şartları, tüm bu unsurların hepsini benimseyip, kabul etmekten geçiyor.
Yüzbinleri iri bir meydanda toplayıp, propaganda nutukları atmak demokrasi kriteri sayılsaydı; faşizmin babası Mussolini tarihin en demokrat lider olurdu.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
En Çok Okunan Haberler
- Cüneyt Özdemir'den teğmen Ebru Eroğlu'na iş teklifi
- Emekli askeri hakimden Varank’a sert yanıt!
- Fikret Orman'dan Talisca yanıtı!
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
- Muazzez İlmiye Çığ hayatını kaybetti
- Salim Güran'ın ses kayıtları ortaya çıktı!
- Kazaya müdahale eden polislerden biri şehit oldu!
- Enes'in cezaevi konuşmaları ortaya çıktı
- Nevzat Bahtiyar'ın oğlu ilk kez konuştu
- 'Bedeli çok ama çok ağır olur'