Nilgün Cerrahoğlu
Nilgün Cerrahoğlu nilgun@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Batı ile uzatmaları oynuyoruz

07 Ağustos 2016 Pazar

Gün geçmiyor ki Batı ile yeni kriz çıkmasın. Hafta başında İtalya ile yaşanan son krizden sonra hafta sonunda da Avusturya ile kriz çıktı.
Artık yalnız kâğıt üzerinde sürdürülen Türkiye’nin AB adaylığının sonlandırılmasını isteyen Avusturya’ya karşı Mevlüt Çavuşoğlu’nun yaptığı “Viyana ırkçılığın başkenti” açıklaması, bu kez de Orta Avrupa ülkesi ile iplerin gerilmesine yol açtı.
Aşırı sağcı lider Norbert Hofer’in aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçiminin sil baştan yenileneceği ülkenin “ırkçılığın çıbanbaşı” olduğu ortada da bunu böyle ifade etmek bir dışişleri bakanına düşmez. Gazeteciler bunları söyler ama bir dışişleri bakanının “kral çıplak” demesi savaş ilanı demektir ki, Çavuşoğlu’nun mevkidaşı da söz düellosundan bu anlamı çıkarmış. Bir sürü gürültü patırtı...
Büyükelçi, Viyana Dışişleri’ne çağrılmış v.s v.s...
Ama neticede mesele aslında bir Türkiye-Avusturya meselesi olmaktan çok daha büyük.

Devam mı tamam mı?
15 Temmuz’un ardından Batı başkentlerinde sıklıkla gündeme getirilen bir soru var.
“Türkiye ile yola devam mı tamam mı?”
İki görüş ortaya çıkıyor. İlki şöyle: Çekişmeyi tırmandırmak kimseye yaramaz. Türkiye yalnızlaşır. Ama çok sıkışırsa Rusya’ya, Çin’e yanaşır. Yeni bir dünya kurulur. Türkiye de o dünyada yerini alır. Ortadoğu’da jeopolitik ve güvenlik açısından kilit bir ülkeyi kaybetmek Batı’nın işine gelmez. Erdoğan ne kadar despotlaşırsa despotlaşsın, ona katlanmak zorundayız. Bu gerçi Türkiye’de özgür basın ve hukuk devletinin bir anı olması demektir ama hayatın gerçekleri böyle.
New York Times’dan, Türkiye’yi iyi tanıyan Stephen Kinzer örneğin perşembe günü bunu yazdı.
İkinci görüştekiler “ip inceldiği yerden kopsun!” diyenler. O da şöyle:
Türkiye artık zaten şimdiye değin varsaydığımız gibi istikrarlı bir ülke değil. Siyaseten de, ekonomik olarak da bilinmeyenlere gebe. Konumunu güçlendirmiş görünse de orta ve uzun vadede Erdoğan’a ne kerte güvenilebileceği meçhul. RTE’nin baskıları yalnız darbe sonrasında çıkmış değil; laik devleti bitirmek için yıllardır sürüyor. Erdoğan bu baskıları mazur göstermek için sürekli olarak iç ve dış düşman arıyor...

Olsa da olmasa da bir
Bu görüş de Çizme’nin etkili jeostrateji dergisi “Limes”te yazan ABD dış politika uzmanı John Hulsman tarafından dile getiriliyor. Aynı dergide yer alan bir başka yazıda 15 Temmuz’un en öngörülmeyen sonucunun Türk ordusunun çok yıpranması olduğu söyleniyor. “NATO’nun ikinci ordusu paramparça” deniyor. Türkiye’nin “askeri müttefik” olarak en değerli avantajını yitirdiği belirtiliyor. Özetle “Batı’nın artık yanında olsa ne olur, olmasa ne olur?” demeye getiriliyor.
Bu değerlendirmeler beraberinde sorulan iki soru var.
“Bu ilişki bir yerde kopacaksa kırmızı çizgimiz nedir?” Bu bir...
“Batı’nın, Türkiye’ye alternatif bir B-planı var mı?” iki.
İkinci sorunun yanıtı Avrupa açısından Ankara ile yapılmış mülteci anlaşmasını Atina’ya kaydırmak. Kampları ve de anlaşma için vaat edilen paraları Yunanistan’a devretmek. Türkiye’nin biricik değeri Brüksel için Erdoğan’ın sürekli şantaj konusu yaptığı “mülteci anlaşması” ile sınırlı. Tek “kırmızı çizgi” de idam cezası. İdamın yeniden tesisi, büyük olasılıkla iplerin kopartılmasına neden sayılacak.
ABD’nin “kırmızı çizgisi” net değil. Ama başlıca endişesi İncirlik.
15 Temmuz’un hemen akabinde ABD yayın organlarında yankı bulan bir numaralı endişe, İncirlik’teki nükleer bombaların geleceği idi. O gün bugün, her gün güvenlik uzmanlarından “Türkiye gibi siyasi istikrarın olmadığı bir ülkede nükleer silah tutmak iyi fikir değil” değerlendirmelerini okuyoruz.
Kısacası artık uzatmaları oynuyoruz. Gözler bundan böyle 9 Ağustos’taki Erdoğan-Putin görüşmesinde. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Trump’ın dönüşü 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları