Miyase İlknur

Bacım koş karakola!

19 Ocak 2019 Cumartesi

Datça’nın henüz keşfedilmediği yıllarda Palamutbükü’nde hepi topu iki pansiyon vardı. Bunlardan biri uzun yıllar İstanbul’da yaşamış karıkoca arkadaşım olan bir aileye aitti. Komşu pansiyonun sahibi tek oğulları olan Mesudiyeli bir aile neredeyse bütün köyle kavgalıydı. Tabii, rakipleri olan bitişikteki pansiyonun sahibi arkadaşlarımla da... Bu geçimsiz ailenin bıyıkları henüz terlemiş oğulları bütün gün iskelede pansiyonlarının lokantalarına müşteri çekmek ve kasalarla meşrubat ve içki satmak için yat sahiplerini bekler dururdu. Eline aldığı beyaz havluyu sallayarak güneşin altında bekleyen çocuğun bir diğer görevi ise annesinin kâh köylüleri kâh komşu pansiyonun sahiplerini şikâyet etsin diye “Oğlum koş karakola!” komutunu yerine getirmesiydi. Kızgın kumlara bata çıka hemen her gün tepedeki karakola koşturan çocuk da karakoldaki görevliler de bu ipe sapa gelmez şikâyetlerden bizar olmuşlardı.
Ergen yaşlardaki çocuk karakola gitmekten utandığı için bazen annesine diklenir, o zaman da kadın eline ayakkabı, terlik ne bulduysa oğluna fırlattıktan sonra bir köşede bütün gün Red Kit gibi ağzından sigarasını düşürmeden oturan kocasına dönerek emir kipiyle buyururdu:
- Kadriiii koş karakola!..
Geçen hafta Deniz Çakır olayından sonra Datça’daki o pansiyonun sahibi olan geçimsiz teyze geliverdi aklıma. Yeni dönemin muktedirleri, yasalarımızda suç olsun olmasın, sözlerini, eylemlerini, giyim-kuşamlarını ya da bakışlarını beğenmediği herkesi karakola, savcılığa şikâyet etmede birbirleriyle yarışıyor adeta.
Bazen bir gazete haberini, bazen bir karikatürü, bazen bir konuşmayı ya da basit bir dalaşmayı hemen “bizi aşağıladılar, kutsal değerlerimizle dalga geçtiler ya da kin nefret söyleminde bulundular” diyerek şikâyet konusu yapıyorlar. Bu kesimin, endazesiz kibirleri ve muktedir olmanın şımarıklığıyla davrandığı malum. Asıl vahim olan adli makamların ve güvenlik güçlerinin bu incir çekirdeğini doldurmayacak ve sonuçta takipsizlik kararı verileceği baştan belli olan konuları ciddiye alıp soruşturma konusu yapmaları...
Onlar hep haklı, onlar hep mazlum, onlar hep doğruyu söyler. Karşı kamptakiler nedense hep sarhoş, hep yalancı, hep inançlara ve kutsal değerlere saldırmak ve hakaret etmek için aportta beklerler. Kimi zaman da hiçbir şikâyet olmaksızın durumdan vazife çıkaran savcılarımız kendiliğinden soruşturma başlatır. Bu cevvalliği bir gün olsun karşı kampa yapılan hakaretler, aşağılamalar ya da farklı inanç mensuplarına çirkin sözler sarf edildiğinde göstermezler. Hatta şikâyetler yapıldığında ciddiye alan da olmaz. “Münferit hadise” denir ve üstü kapatılır.
Geçen hafta Arnavutköy’deki Cumhuriyet Ortaokulu’nun din öğretmeni derste “Alevilerin ekmeği yenmez” diye fetva verdi. Aynı ilçede başka bir okulda yine din dersi öğretmeni “Aleviler namaz kılmaz çünkü Hz. Muhammed’i sevmezler” diye buyurdu ve itiraz eden öğrenciyi, “notunu kırarım” tehdidinde bulunarak sınıftan kovdu. Olay medyaya yansıdığı halde bu iki din dersi öğretmeni hakkında bırakın savcıyı, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden bir soruşturma haberi bile gelmedi.
Geçen haftanın gündeminde baş sıraya oturan Deniz Çakır’ın alkollü içki satılan bir mekânda yan masada oturan tesettürlü gençlerle ağız dalaşında herkes safını belli etti. İddiaya göre ünlü oyuncu doğum günü nedeniyle arkadaşlarıyla kutlama yaparken alkolün de etkisiyle yan masadaki tesettürlü genç kızlara “Bunların burada ne işi var, Arabistan’a gitsinler” demiş. Çakır, ise ifadesinde tersini söylüyor. Olayın hemen ertesi günü harekete geçmeyen kızlar, nedense olay basında köpürtülüp Deniz Çakır çarmıha gerildikten sonra savcılığa gitmeyi akıl edebiliyor. Peki, kanıt var mı? Yok. Sadece kendi beyanları var. Şimdi bir durun ve düşünün; hemen herkesin elindeki akıllı telefonlarla börtü böceği, sokakta tanımadığı insanların kavgasını çekip sosyal medyada paylaşıldığı günümüzde bu hanım kızlarımız güya uzun süre kendi masalarına musallat olan ve üstelik de sarhoş olduğu her halinden belli olan Deniz Çakır’ı kameraya çekip yayımlamayacaklar öyle mi? Kendilerine sataşmasalar bile sırf ünlü olduğu ve sarhoş olup yüksek sesle etrafı rahatsız ettiği için bile çekerlerdi inanın.
Eğer Deniz Çakır iddia edildiği türden sözler sarf etmişse gerçekten halt etmiş. Kimin nerede yiyip içeceğine, nerede eğleneceğine kimse karışamaz. Ama ya söylendiği gibi değilse? Takdir edersiniz ki, Kabataş olayında da kanıt istediğimizde, “Bir kadının beyanı yetmiyor mu?” denmişti. Ee demek ki yetmiyormuş. “Mütedeyyin kesimin tümü böyledir, kendilerinden olmayana kara çalar” tarzında bir yaklaşımımız elbette ki olamaz. Ama konuyu adli boyutlara taşıyan bu kesimin sicilinin de çok temiz olmadığını yaşayarak öğrendik.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları