Biz hayatta kalanlarız

04 Mart 2016 Cuma

Okuduğum cümle ok gibi beynime saplanıyor.
Avrupa Birliği, Türkiye’nin yasadışı deniz geçişindeki günlük mülteci sayısını binin altına çekmesini istemiş.
Denizden yapılan o ölüm yolculuklarının meşruluğu ve kontrol edilebilir olması gerçeği üzerinden açık açık kurulan bu uluslararası ilişki midemi bulandırıyor.
Evde duramıyorum. Dışarı çıkıp yürüyorum.
Yürürken o okuduğum haberi ve diğer tüm haberleri, çirkin ülke siyasetini, Doğu’daki ağır savaş gerçeğini, ölenleri, ölecekleri, terbiyesizleri, sinsileri, seçimleri, tercihleri, hataları, pişmanlıkları, çıkmazları, karanlıkları aklımdan atmaya çalışıyorum.
Gökyüzünü düşünüyorum; toprağı, bitkileri ve hayvanları düşünüyorum.
Atalarımızın ellerinin tersiyle ittiği ve ısrarla kendine düşman ettiği güzel ve sade doğanın içinde beni biraz olsun iyileştirecek, köklerime ait bir şey bulurum diye...
Yürüyorum.
Saatlerce yürüyorum.
Ülkenin ve dünyanın yangınını aklıma getirmeden; dünü ve yarını düşünmeden;
Yere ve göğe bakarak ve duyduğum tüm kokuları derin derin soluyarak yürüyorum.
Yokuşlar çıkıyorum. Kayalara tırmanıyorum. Dere kenarlarından geçiyorum. Deniz kıyılarında dolanıyorum.
Birden ayağıma bir can yeleği takılıyor.
Dün geceki fırtınadan.
Sonra tek bir erkek ayakkabısı. Ardından bir bebek terliği. Yanında çatlak bir su matarası. Uzakta sapı kopmuş bir çanta. Çalılarda kırık bir telefon. Kumsalda patlak bir bot.
Utancını yitirmiş bir dünya takılıyor ayağıma.
Edilmesi zor bir tahammül. Yapılması ayıp bir pazarlık. Yumulması çirkin bir göz.
Takılıyor. Takılıyor. Takılıyor.
Boğazıma bir şey takılıyor.
Devletlerin kelle başı mülteci hesapları demir çiviler gibi beynime saplanıyor.
Kendi dertlerine bulanmış rezil ülke gündeminin tam ortasında yabancı bir leke gibi duran korunmasız hayatların yükü, omzuma demirden dev bir kuş gibi konuyor.
Gözümü kapatıyorum ve batıyorum. Yerin dibine batıyorum.
Yürüyerek, yüzerek, ölerek kıtalardan kıtalara geçmeye çalışan yığınla insan gözlerimin içindeki karanlığa doluşuyorlar.
Yerin dibinden çıkıyorum... Gözlerimi açıyorum.
Denize... dün gece yine kim bilir kimleri yeni bir hayata taşıyan ve yine kim bilir kimleri korkunç bir ölümle tanıştıran tekinsiz denize bakıyorum.
Uzaklarda çok güzel bir yelkenli...
Sanki hayat hep şahaneymiş gibi.
Bastığım her karışta başka bir renk çiçek.
Papatyalar açmış. İri ve sarı... Küçük ve beyaz.
Dağ laleleri açmış, kan kırmızı, pembe, lila.
Yonca çiçekleri fırlamış. Sarı, sapsarı.
Karabaşlar fışkırmış. Mor, mosmor.
Her yanımı bir utanç kaplamış. Kırmızı, kıpkırmızı.
Daha önce de defalarca olmuş. Daha önce de defalarca yazmışım.
Oldu diye bitmemiş. Yazdım diye geçmemiş.
Mevsimlerden mevsimlere hiçbir şey değişmemiş.
Şehirler yıkılmış, insanlar yılmış.
Pazarlıklar sürmüş... Sürmüş... Sürmüş...
Ölenler ölmüş, ölmüş, ölmüş.
Biz ölenlerin ardından kendi işine bakanlarız.
Ceset dolu denizlerde yelkenlilerimizle dolaşanlarız.
Denizlerden bebek cesetleri toplamaya alışanlarız.
Denizleri bebek cesetleriyle dolduran iktidarlar arasında tercihler yapanlarız.
Vahşi düzenin sahte vaatlerine kananlarız.
Vahşi düzenin küçük mükâfatlarıyla kendini avutanlarız.

***

Biz...
Biz hayatta kalanlarız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yanık saraylar 4 Ağustos 2021
Patron çıldırdı 30 Temmuz 2021

Günün Köşe Yazıları