Meriç Velidedeoğlu

‘Gizli Tanık’lı Duruşmalar

26 Eylül 2014 Cuma

Son günlerde gazeteleri okurken, “TV” izlerken “Ergenekon Davası”nın duruşmaları bir bir canlanıyor, insan olupbiteni yeniden yaşıyor sanki... Siz okur dostlarıma da bu duruşmalarda sorulan “ibretlik” sorulardan birkaçını anımsatarak yazıya başlayayım dedim.
Savcı bir sanığa soruyor. “25 Ekim günü neden Anıtkabir’e gittin? 25 Ekim günlerinde Anıtkabir’e gitme geleneği var mı?”
Başka bir sanığa bu kez yargıç soruyor: “İki kişi telefonda konuşurken senin adın geçiyor, neden? Bu sorunun ‘TV’de cinayeti görüp neden haber vermedin?” sorusundan bir ayrımı var mı?
Üye yargıç da sürdürüyor: “Elektronik postalar neden sana gönderiliyor?”
Hukuksal hiçbir “delil” içermeyen dahası çocukların bile güleceği bu gibi sorularla bezenmiş duruşmalara, daha ileriki günlerde görüntülü “seans”lar da eklendi.
Yargıç kürsüsünün iki yanındaki köşelere konan ekranlarda bu “gizli tanıklar”ın en ünlüsü “Aydos” beliriyor; yüzü karartılmış sesi de öyle; her söylediği gerçekdışı, mantık dışı, yalan dolan; üstelik görüntüsü bile koruma altında; sanıklardan biri “Aydos”a yaşını sorunca, “Başkan”dan anında -“sen sus bakalım!” der gibi- yanıt gelir: “Biz biliyoruz!”
Duruşmayı izleyenler dayanamaz, kendilerini dışarı atarlardı; bir de suçladığı insanı/insanları düşünürsek...
“Aydos” denli ünlü değilse de kod adı Emekolan “PKK”dan devşirme bir “gizli tanık” da hep ortalardaydı.
Ne ki, bunların, hemen hemen tümünün -bir bakıma- üstlendikleri bu “gizli tanık” görevinin temel taşının, “TSK”yı vurmak olduğu hep bilinir.
Bir başka “gizli tanık” olan “Emek” de bunu, “Ergenekon” duruşmasında (9.11.2012) karartılmış görüntüsüne bile izin vermeden dile getirmişti, kısaca şöyle: “1980’lerde iyice azan terörle çoğalan ‘faili meçhul’ cinayetlerin hiçbirinin ‘PKK’ tarafından yapılmadığını, çünkü o sıralarda örgütte görevli -bir PKK teröristi- olduğunu dolaysiyle bildiğini söyleyip, bu ‘faili meçhul’ cinayetlerinin bir ‘örgütlü yapı’ tarafından işlendiğini, bu yapının adının da ‘Ergenekon’ olduğunu” açıklıyordu.
Dahası bu “gizli tanık” -32 sayfalık ifadesinde- “‘PKK’ örgütü, ‘Ergenekon’un bir taşeronudur!” diye vurguluyordu.
Böylece “yargı”nın tanığı “Emek” de -ötekiler gibi- “itirafçı” olmaktan “iftiracı”lığa geçerek; üniversite hocalarını, rektörleri, bilim adamlarını, siyasetçileri, yazarları, gazetecileri, parti başkanını, sendika başkanını, “STK”ları, aydınları ve “TSK”nın komutanlarını -tıpkı İst. 13. Ağır Ceza Mahkemesi gibi- “Ergenekon” terör örgütünün üyeleri olarak suçlamış oluyordu...
“TSK”nın suçlanan bu komutanlarının içinde olan “J. Alb. Hasan Atilla Uğur”, gerek “PKK”nın gerekse itirafçı olup “gizli tanıklığa” girişenlerin “ilk” hedeflerindendi; kendisi bu durumu; “PKK”nın başı “Öcalan”ı, “İmralı”da günlerce sorgulayıp konuşturmasına, böylece yargılanmasını sağlayacak iddianamenin oluşturulmasına bağlıyordu.
Üstelik şunun da altını çiziyordu; “Telefon görüşmelerine, konuşmalarına dayanan hiçbir ‘delil’, ‘Öcalan’ iddianamesinde yer almamıştır!” diyerek. (2.8.2011’de)
Bilmem anımsar mısınız değerli dostlar, “Ergenekon Davası”nın sürdüğü günleri? Özellikle “Emek”, “Deniz” ve “Aydos”un konuştuğu -basında yer alan- “Gizli Tanık” duruşmalarını...
“Deniz” kodlu “gizli tanık” da “Emek” gibi “PKK”dan devşirmeydi; “Aydos” ise türlü suçlardan (hırsızlık, gasp, sahte kimlik), üstelik birkaç kez işlediği için cezaevlerine birçok defa girmiş çıkmış, son olarak da “cinayet”ten tutuklanmış.
“Savcı Zekeriya Öz”, onu cezaevinde ziyaret ettiği için olsa gerek, kendisi duruşmalarda olmadığında, izleyiciler yer yer “Aydos’la buluşmaya mı gitti?” diye seslenirlerdi.
Geçen cuma günü biliyorsunuz “Aydos” yine gündemdeydi; “Ahmet Şık”ın; “Cumhuriyet”in -boydan boya- başlığını oluşturan ve “Mardin Kızıltepe Savcılığı”nın taptaze iddiasını içeren yazısıyla. “Aydos” bu kez de yine “E. Alb. H.A. Uğur”u suçluyordu.
“Ahmet Şık”ın yazısını okuyunca hem yukarıda anlattıklarımı hem de H.A. Uğur’un eşi “Pakize Uğur”un bir duruşma arası (4.6.2011) söylediklerini anımsadım, şöyle diyordu: “Gelir alırlar... Günlerce bir haber alamayız, yok olmuş gibidir; bir bakarsınız, Tunceli Hozat’taki çarpışmada olduğu gibi kırık kolla döner; eve değil, hastahaneye... Ya ‘1993’te Mardin Kızıltepe’ye teröristlerin yaptığı saldırı, günlerce süren çarpışma... Daha sonra Kızıltepeliler onun resmini evlerine asmışlardı...”

***

Değerli dostlar, “Mahmut Esat Bozkurt” yazısı için beni destekleyen telefonlarınıza yürekten teşekkür ederim; “hanım yazarerkek ‘yazar’ ” söylemlerine de üzülmeyin; M.E. Bozkurt’u anmayı sürdüreceğim, kuşkunuz olmasın!
Yarın Beşiktaş’ta olalım!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları