Meriç Velidedeoğlu

‘Birlik ve Beraberlik’ (12.08.2016)

12 Ağustos 2016 Cuma

“94 yıl” önce, “Batı Emperyalizmi”ne karşı yapılan “Ulusal Kurtuluş Savaşı”mızı sonuçlandıran “30 Ağustos Zaferi”dir; kısaca değinirsek, “TC Devleti”nin de, Başkomutan Atatürk’ün önderliğinde kazanılan bu büyük “Zafer”in ürünü olduğu dünya tarihinde yerini çoktan almıştır.
Ne var ki, tam “94 yıl” sonra bu “TC Devleti”nin Savunma Bakanı, “30 Ağustos Zaferi kutlanmayacaktır!” diye bir “fetva” salıverdi; hepimiz duyduk, okuduk. Demek ki, iktidarda bu görüşte olan ve üç “Kuvvet Komutanlıklar”ın bağlanacağı bir “Milli Savunma Bakanı” var. “Yanıldım, kutlanacak!” demesi bu gerçeği değiştirmez.
Ayrıca “15 Temmuz”da, “FETÖ”cü askerlerce yapılan, ülkemizi kana bulayacak bir darbenin -halkımızın desteği, birlikteliğiyle- ordumuz tarafından bastırılmasını “Başbakan Binali Yıldırım, yeni “Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırdı; kuşkusuz bu “Kurtuluş Savaşı”nın “Başkomutan”ı -tıpkı “Atatürk gibi (!)”-“Recep Tayyip Erdoğan”dı...
Bu durumda, “Kurtuluş Savaşı” ve “Başkomutanlık” da belirlendiğine göre, “eşitlik” sağlanmış olmuyor mu? Dahası, bunu aşmak dasöz konusu edilmedi değil... Öyle de olsa, önce şu “eşitlenme”nin anlamına değinelim; ama yine bir ayraç (parantez) açtıktan sonra.
Değerli dostlar, yaşadığımız -daha doğrusu- bize yaşatılan şu süreçte -“birlik ve beraberlik” çağrısına uymak, özellikle de bu birlikteliği “korumak” temel “görevimiz” olmalı; dolaysiyle bizden istenenin anlamını tüm boyutlarıyla anımsayıp, kavrayıp bilinçlice yaparsak, bu “birlik beraberlik” sürecinin “de” kullanılmasının, kesilmeye kalkışılmasının, “takıyye” olmasının önüne geçilebilir, engellenebilir diyorum; ne dersiniz?
Yine ayracı kapatıp konumuza, yaşadığımız şu sürecin, “Kurtuluş Savaşı” ve “Başkomutanlık” üzerinden “Atatürk” ile bir “eşitlik algılaması” sağladığı konusuna dönersek, her şeyden önce, “Atatürk”ün hiç “aldandım!”, “aldatıldım!” demediğini bilmemiz; dahası “Başkan Kenan Evren”in bile, Almanya’daki Türk din görevlilerine, şeriatçı “Rabıta” örgütünden aylık verilmesini onaylaması konusunda, “Aynı koşullar altında bugün yine imzalardım!” demesini de sanırım anımsamak gerekir.
Dahası bu konuda, Osmanlı döneminde tek buyurgan olan padişahlardan hiçbirinin halkına karşı, “Ben o zaman şu işlerde yanılmışım!” dediğinin, tarih kitaplarında yer almadığından söz edilir; ayrıca gerek padişahlar gerekse yardımcıları olan paşaların günahlarını “Tanrı katında” bağışlatmak için sessiz sedasız camiler, türlü hayratlar yaptırdıkları da kuşkusuz bilinir.
Gerçi, bu tür “af” konusuyla bağlantıları olarak Erdoğan da sultanların yolunu izleyip, İstanbul’un Çamlıca Tepesi’ne bir cami kondurdu; ne ki, yine de “aldandım!”, “aldatıldım!” demek zorunda kaldı; gerçi caminin parası halktan çıkmıştı...
Ayrıca “af dileme”nin geçerli olması için bir sınır da olmalı, “1980”li yılların sonlarına doğru “Güney Kore”nin devlet başkanı görevinden çekilip, malından mülkünden vazgeçerek, halkından da “özür” dileyerek bir manastırda yaşamaya karar vermişti; ne var ki, yıllarca süren baskılarla halkını “korku” içinde yaşatan Başkan’ın bu dileğini gençler kabul etmemişler, günlerce süren gösterilerde bulunmuşlardı.
Özellikle, devlet yöneticilerinin “yanılmaları”, “aldanmaları” konusunda Cumhuriyet’in unutulmaz yazarlarından “Melih Cevdet Anday”ın yine “1980”lerin sonundaki yazılarından birinde: “Yanılan bir yönetici ise, yıllar yılı yanlışlarının ayırdına varmadıysa, çevresini korkutup sindirdiyse, hep haklı olduğunu savunduysa, böyle bir adamın günün birinde çıkıp, ‘Ben o zaman yanılmışım!’ demesini uygarlık mı sanacağız?” diye sorar ve şöyle sürdürür:
“Bir kişinin yanılgısının sonuçları yalnız ona ve belki yakınlarına zarar verir; ama o kişi devlet yönetiminde önemli bir yerde oturuyorsa, onun yanılgısının sonuçları bütün halkına ve ülkeye zarar verir...”
M.C. Anday günümüzde yaşasaydı ne derdi?Üstelik günümüzde, “yanılma-aldanma” dışında “aldatılmak!” da var; üstelik yıllarca, yıllarca...
Anday yazısını: “Bütün yöneticiler ‘demokrasiyi’ içtenlikle istemelidirler ki, onlara yanlışları boyuna söylensin, böylece yanlışın ömrü uzun sürmesin!” diye bitirir.
Katılmamak olanaksız; ne ki, “demokrasi”yi “tramvay” gibi istediğin yerde inip terk edilen bir “araç” olarak gören “devlet başkanları” için geçerli olur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları