Meriç Velidedeoğlu

27 Mayıs

27 Mayıs 2016 Cuma

“1960” yılının “27 Mayıs” gününden söz edildiğinde, yıllardır dikkate alınıp öne çıkarılanın “idamlar” olduğu, konunun -çoğunlukla- burada noktalandığı görülür.
Kuşkusuz böyle üzücü bir sonuca götüren o tarihsel dönemin anımsanması, “27 Mayıs”ın ürünü olan “1961 Anayasası”nın getirdiklerini, bunların çoğunun günümüzde de geçerliklerini sürdürmelerinin nedenlerini, “27 Mayıs”ın yıldönümlerinde dile getirmek, “idamlar olmamalıydı” kanısını sarsmaz.
Ülkeyi “27 Mayıs”a getirip dayatan sürecin, “14 Mayıs 1950” seçimi sonucunda “Demokrat Parti”nin (DP) iktidar olmasıyla birlikte başladığı açıkça ortadadır.
“CHP”den dargınlıkla -ayrılıp “DP”yi kuranların, üç kez seçim kazanıp iktidar olmalarına karşın, “CHP”ye duydukları “düşmanlığı” -ya da kini- bir türlü içlerinden silip atamadıkları da çoğunlukla dile getirilir.
Ayrıca -kısa bir süre sonra kendini toparlayan - “CHP”nin oldukça sert muhalefeti karşısında, “DP” yöneticilerinin “iktidardan düşme korkusu”ndan da kurtulamadıkları, yaptıkları tüm konuşmalarda ortaya döküldüğü de açıkça görülür. Eleştiri bir yana görüş bildirmeye bile dayanamaz olurlar. Zaman geçtikçe de “süresiz” iktidarda kalma tutkusu gittikçe kuvvetlenir; dolaysiyle sık sık “Anayasa”yı -bir süre de olsarafa kaldırmaktan söz ederler.
Siyasi karşıtlarına her türlü baskıyı uygulamaktan çekinmediler- “Millet Partisi” lideri “O. Bölükbaşı”nı tutukladılar; “CHP”nin lideri “İnönü”ye karşı, sırayla düzenlenen “Uşak -Topkapı- Yeşilhisar” saldırılarını öylece izleyip durdular... Kuşkusuz bu ortamda kendilerinden iyice uzaklaşan aydınlara, özellikle üniversite hocalarına “Karacübbeliler” diye seslenerek, küçük düşürmeye kalkıştılar...
Basının -başta Cumhuriyet olmak üzere- sesini kısmak, kesmek yoluna girdiler, 80 yaşındaki yazar-gazeteci “Hüseyin Cahit”i tutukladılar- öteki yazarları, düşün (fikir) adamlarını ikide bir yargıç karşısına çıkarılmasından pek keyif aldılar. “1957” seçimlerinin sonunda, iktidardan düşüş olasılığı belirince hemen önlem alıp “Vatan Cephesi” adı altında yeni yandaşlar toplamaya, zorba toplulukları oluşturmaya başladılar; “ölüler”i “üye” yapma maskaralığına da giriştiler.
“Radyo”yu (TR) bütünüyle iktidarın borazanı durumuna getirip, her gün sabah, öğle, akşam saatlerce yeni üyelerin adlarını okutturdular... Eleştiriler arttıkça, büyük oy çoğunluğuna sahip tutuculara, “din özgürlüğü” adı altında, “laiklik iklesi”nden inanılmaz ödünler vermeye, geri dönüşler sunmaya (!) başladılar; Başbakan, partisinin, “TBMM”deki üstün çoğunluğuna dayanarak milletvekillerine: “Selahiyetiniz o kadar geniş ki, sizler isterseniz ‘Hilafet’i bile geri getirebilirsiniz!” çağrısını yapıyordu hiç çekinmeden.
Ve bu tutum sürüyordu, Türkçe ezan yeniden Arapça okunmaya başlandı; sanki “Atatürk”ten beri “din ve ibadet” özgürlüğü yokmuş gibi, “artık herkes ibadetini dilediği yolda yapmakta serbesttir” söylemi yayılarak, halk aşırı dinsel yaşamın, “taassup” karanlığına itildikçe itildi.
Başta “Hilafet” söylemi olmak üzere bütün bunlara beklenen, “gereken” tepkinin oluşmamasında, ülkenin başındaki -bastonuna “DP” kazdırmış- partili bir “Cumhurbaşkanı”nın bulunmasının büyük payı olduğu yadsınamaz.
“DP” iktidarının, betonlaşmış bu “parti-devlet” bütünleşmesinin dolaysiyle koyu “partizanlığın”, ülkede yarattığı “korku”nun ne anlama geldiğini günümüz Türkiye’sinde sormaya anlatmaya bilmem gerek var mı?
Öte yanda, dış görünümüyle bir gelişme sergileyen ekonomik yaşamdaki başıbozukluğun, “her mahallede bir milyoner üretme” sloganıyla sürdüğü görülüyordu.
Ne var ki bu başıbozukluktan yararlanan “kesim” de, “üretici” halk çoğunluğunun zararına çabucak varsıllaşıyor; ya da varlıkları kat kat çoğalıyordu. Topraksız köylüye “toprak”... Yönetimdeki “toprak ağaları”ndan bunu beklemek...
Bu durumlar, muhalefetin sürekli sert eleştirileriyle iyice ortaya dökülünce, çok bunalan “iktidar”, “CHP”yi “yargılamak” için “TBMM”de bir “Meclis Tahkikat Komisyonu” kurdu.
Böylece “DP” iktidarı, “Anayasa”“ihlal” ederek, “yargı” yetkisinin “yasama” erkince “Meclis”çe kullanımını sağlıyordu. Demokrasinin temel direkleri olan “yürütme, yasama, yargı” bu “üç erk”, yani iktidarda oluşla “yürütme”, Meclis’teki çoğunlukla “yasama”, Meclis’i mahkeme salonuna dönüştürerek “yargı” partili (DP) “Cumhurbaşkanı”nın avucuna bırakılıyordu.
Kuşkusuz bu durum, ülke için “altüst” oluşun ötesinde tam bir “kaos”a gidişti. Sokaklar, alanlar dolup taşıyordu; henüz günümüzdeki “TOMA”lar yoktu ama, “atlı polis müfrezeleri” vardı; “kadana” denilen o “iri” ve upuzun bacaklı atların saldırısına uğramak her bakımdan acı vericiydi... Bu saldırıların en acımasız olanı, “1960” yılının “28 Nisan” günü, İstanbul’un “Beyazıt” Meydanı’nda yaşandı.
Dış dünyanın tutumunu, “27 Mayıs”ın ürünü olan “1961 Anayasası”nın oluşumunu, izninizle, gelecek yazıda ele alalım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları