Mehmet Şakir Örs

Kıyılar halkındır!..

05 Temmuz 2024 Cuma

Yaz mevsimi gelince, Ege’nin kıyı kentlerinde denizden yararlanmak, deniz kıyılarını özgürce kullanmak kaygısı başlar. Aslında kıyı kentlerimizde yaşayan insanlarımız için, bu en doğal hak ve olması gereken istek diye düşünülür. Ama hayatın gerçekliğinde her zaman düşünüldüğü gibi olmaz.  

‘DERYA İÇRE OLUP DA DERYAYI BİLMEYENLER’

Deniz kıyısı kentlerde yaşamak bir şans olarak görülür. Buralarda yaşayanlar da, yaz aylarında denize girme ve denizden yararlanma olanaklarına sahip oldukları için, şanslı olarak değerlendirilir. Bu konu görünürde böyle de acaba hayatın gerçekliğinde tam böyle mi oluyor? Kıyı kentlerinde yaşayanlar, deniz kıyılarından/plajlardan özgürce ve yeterince yararlanabiliyorlar mı?

Doğrusu bu soruya gönül rahatlığıyla olumlu yanıt vermek giderek zorlaşıyor. Çünkü pek çok ekonomik ve sosyal sorun, kısıtlama karşımıza çıkıyor. Buna koşut olarak, çok sayıda yurttaşımız, ister istemez ‘derya içre olup da deryayı bilmeyenler’ durumunu yaşıyor! Kıyılarda denize girme olanakları giderek daralıyor. Halkın ücretsiz yararlanabileceği plajların sayısı azalıyor. Ege’den Akdeniz’e uzanan kıyılar, maalesef rant amaçlı kimi girişimlere kurban ediliyor. Buna karşı çıkan yurttaşlar, birçok yerde ‘kıyılar halkındır’ diyerek kıyı işgallerine karşı tepki gösteriyorlar. Bu etkinliklerde -son Bodrum örneğinde olduğu gibi- kimi zaman saldırılara da uğruyorlar.

GERÇEKLER ACI VE FARKLI

Aslında anayasaya ve kıyı yasasına göre, bütün kıyılar/koylar ve plajlar halkın kullanımına açık olmalıdır. Bu yasal gereklilik hayatın gerçekliğinde farklılaşıyor. Yasalarda yazılanlarla hayatta karşılaşılanlar, çoğunlukla birbirine uymuyor. Bazı yerlerde bakanlıklar ve bağlı kuruluşlar, bazı yerlerde de belediyeler eliyle kıyılar özel işletmelere veriliyor. Bu işletmelerin talep ettikleri yüksek bedelleri, dar gelirli vatandaşın karşılaması çoğunlukla mümkün olmuyor. Sonuçta olan yine dar gelirli yurttaşımıza oluyor!

Ege’nin kıyı insanları, yine farklılıklarını gösterip kıyı işgallerine karşı harekete geçiyorlar. Mevsim başında, kıyıların ticarileştirilmesine karşı,19 farklı çevre derneği ve platform bir araya gelerek Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı’nı (KIYIDA) kurdu. KIYIDA bileşenleri, aynı gün 17 farklı yerleşim yerinde eylem yaptılar. Halkın kıyılardan ve plajlardan özgürce/hakça yararlanabilmesi için; kamu kurumlarının/belediyelerin gerekli düzenlemeleri yapmasını ve hizmetleri vermesini istediler.

KAMUSAL VE HALKÇI YAKLAŞIM

Bu gayet haklı ve masum taleplerin gerçekleştirilmesinin yolu, kamusal ve halkçı hizmet anlayışından geçmektedir. Plajları şezlong ve şemsiyecilerin işgaline bırakmak haksızlıktır ve kolaycılıktır. Hele milli park gibi kamu alanlarını özel işletmecilere terk etmek ve astronomik fiyatlarla karşılaşan vatandaşı buralara giremez, buralardan yararlanamaz hale getirmek, adaletli bir yol olamaz. Günümüzün ağır ve zorlu ekonomik koşullarında, vatandaşa verilecek hizmetler kamusal işletmecilik yaklaşımıyla ve kamucu hizmet anlayışıyla kotarılmalıdır.

Kıyılara, çevreye ve doğaya sahip çıkma konularında, en temel yaklaşımın halkçı bakış ve tutum olacağını düşünüyoruz. Kamusal kurumlar ve yöneticiler, yerel yönetimler, böylesi bir anlayışı kendilerine rehber edinmelidir. Halkçı ve halktan yana bir tavır, toplumsal yaşamın ve yönetim anlayışının temel ilkesidir. Yalnızca parası olana değil, ayrımsız herkese adil, eşit ve hakça hizmet götürülmelidir.

***

‘Kooperatifler daha iyi bir dünya kurar’

Tariş’te görev yaptığımız yıllarda, Ege’nin dört  bir yanını ‘Üreticiden Tüketiciye En Kısa Yol’ belgisiyle donatmıştık. Bu özlü ifade, üretim zincirinin her halkasında ve hayatın hemen her alanında kooperatifçilik eyleminin gücünü ve olanaklarını anlatıyordu. O dönemlerden bu yana elbette hayatın durdurulmaz akışında çok farklılıklar yaşandı. Ama kooperatifçiliğin önemi kaybolmadı. Hele günümüzün zorlu ekonomik koşullarında, kooperatifçilik yeniden öne çıkmaya başladı.

ULUSLARARASI KOOPERATİFLER GÜNÜ

Kooperatifçilik hareketinin dünyada ve ülkemizde köklü bir geçmişi var. Kooperatifçiliğin ilk ortaya çıkışı,19. yüzyılın ortalarına kadar uzanıyor. 1844 yılında İngiltere’nin Rochdale kasabasında, 28 dokuma işçisi tarafından ilk kooperatif kuruluyor. “Rochdale öncüleri” adı verilen bir grup işçinin ilk tüketim kooperatifini kurmasıyla başlayan hareket, sonraki yıllarda başka alanlara ve farklı ülkelere yayılıyor.

1895 yılında kooperatifçilik hareketi bütünleşerek Uluslararası Kooperatifler Birliği’ni (ICA) oluşturuyor. Bu birliğin girişimiyle, yıllardır, uluslararası platformda, her yıl farklı bir temayla, temmuz ayının ilk cumartesi günü ‘Uluslararası Kooperatifler Günü’ olarak kutlanıyor.

ICA VE TARİŞ

Uluslararası kooperatif hareketinin tarihinde, ICA’nın 100. kuruluş yılı olan 1995 yılının ayrı bir önemi var. 100. yılında ICA, hem kuruluş ilkelerini yeniden gözden geçirdi ve hem de ‘Kooperatifler Günü’nü Birleşmiş Milletler’e (BM) taşıyarak ortaklaştırıp resmileştirdi.

Biz de o yıllarda, ülkemizin öncü kooperatifçilik kuruluşlarından Tariş’te görev yapıyorduk. Geçmişte hem çalışanı ve hem de üç kuşaktır üretici ortağı olmakla övünç duyduğumuz bu büyük kooperatif örgütlenmesini, o dönemde dünya kooperatifçilik hareketiyle buluşturmuştuk. Türkiye’nin öncü kooperatifçilik kuruluşu Tariş, ICA’ya üye olmuştu. Bu bağlamda 1993’te Prag’da yapılan Kooperatifçilik Avrupa Forumu’na ve 1995’te Manchester’de toplanan ICA’nın 100 Yıl Kongresi’ne katılmıştık. İşte bizim de içinde yer aldığımız bu toplantılar, kooperatifçilik hareketinin önemli tarihsel dönemeçleri olmuştu

TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME

O kongrelerde ortaya çıkan temel ve evrensel yaklaşım, kooperatifçiliğin toplumsal kalkınmanın sürdürülebilir olmasındaki önemli rolü ve işleviydi. Biz bu yaklaşımın, günümüzde ve ülkemizde de büyük önem taşıdığını düşünüyoruz. ICA, kooperatiflerin her yerde yarattığı kalıcı etkileşimlerden hareketle, bu yılki uluslararası kooperatif gününün temasını ‘Kooperatifler daha iyi bir dünya kurar’ olarak belirledi. Biz de eski bir kooperatif aksiyoneri olarak, bu anlamlı günü içtenlikle kutluyoruz. İnanıyoruz ki kooperatifler, hakça paylaşmanın ve sosyal dayanışmanın etkinlik kazanacağı önümüzdeki süreçlerde, önemli bir toplumsal örgütlenme modeli olarak öne çıkacaktır.

***

‘Yangın mevsimi’

İçinde bulunduğumuz günler, yaz mevsiminin en sıcak dönemidir. Aynı zamanda orman yangınları için de en riskli dönemdir. Geçtiğimiz günlerde İzmir ve çevresinde ardı ardına çıkan yangınlar, tehlikenin boyutlarını çarpıcı biçimde ortaya koydu. Bizim de usumuzda ve yüreğimizde, ‘dil ustası’ rahmetli Hulki Aktunç’un o unutulmaz dizesi ses buldu: ‘Yangın kavmindeniz ne giysek alev!’

Önceki hafta yayımlanan Ege ekimizde ‘12,5 milyon hektar ormanlık alan tehdit altında’ diyerek tehlikeye dikkat çekmiş ve ‘Akdeniz coğrafyasının yangınlara hazır olmadığını’ vurgulamıştık. Üstünden daha bir haftalık süre geçmeden, hayatın gerçekleri ve yaşananlar uyarılarımızın haklılığını/yerindeliğini doğruladı.

Özellikle Selçuk - Kuşadası aksında yanan hektarlarca orman ve yitirilen yeşil alan, kayıplarımızın büyüklüğünü acı biçimde gösterdi. Bu yaz mevsiminin orman yangınları ve susuzluk konularında ne denli sıkıntılı olacağını ortaya koydu. Şimdi ilgililerin ve yetkililerin bu riske uygun önlemler alması, olası durumlarda da çok yönlü mücadeleye hazırlanması gerekiyor.

Elbette aynı zamanda tüm yurttaşlara da önemli sorumluluklar düşüyor. Bu kritik günlerde herkes dikkatli olmalı ve gereğince duyarlı davranmalıdır. ‘Yangın mevsimi’nde, ülke ve toplum olarak, tam anlamıyla toplumsal bir seferberliği hayata geçirmeliyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çiftçi nasıl üretsin? 15 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları