Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Bir Flamenco'nun Yakarışları

13 Kasım 2011 Pazar
\n\n\n

Kimse onların adlarını söylemedi, kimse onlardan söz etmedi, onlar Granadanın o yoksul evinde, yasemin kokan o avluda, havuzun sakin sesinde yan yana oturmuş bekliyorlardı. Birileri hep açık olan o kapıdan içeri girecekti, bundan kuşkuları yoktu. İkisi de tarih kadar yaşlıydı. Kadının siyah giysisi, kırmızı karanfili vardı, erkeğin dedelerden kalmış bir gitarı; hep açık olan o kapıdan birileri girecekti.

\n

Açık kapıdan içeri girdim. Avlunun serinliğinde oturdum, benimle birlikte beş kişiydik, çeşitli uluslardan beş kişi. Granadanın üstünde tüm bozkır renkleriyle güneş batıyordu. Her şey birdenbire oldu. Erkeğin yaşlı elleri gitara dokundu. Yaşlı gözleri Elhamra Sarayının cennet bahçelerinden yükselen Ayı gördü. O zaman acının, sevincin, hayal kırıklığının, yeniden dirilişin, umudun, ölümün, geçmiş ve geleceğin engel tanımayan yaban atları gibi birbirine harmanlanarak dört nala akıp gittiği bir Endülüsya şarkısı başladı.

\n

Kendi tarihini sözcüklere sığınmadan anlatan gözü pek insan sesi; ben bu sesi ilk ne zaman duydum. Çocukluğumun şehri Antepte çok yaşlı bir adam, avluların serinliğinde sözcükleri olmayan bir türkü söylerdi. Saatlerce sürerdi türkü, sözcükleri yoktu, kimi zaman kulağa fısıldanan aşk olurdu, kimi zaman çaresizlik karşısında ulu bir yakarma, kimi zaman boyun eğen bir ağıt. Kimse sormazdı nereden gelir nereye gider bu ses diye, dolaşır dururdu. İşte apaçık, Granadanın bu yoksul evinde konaklamıştı.

\n

İşte şurada, Sierra Nevada Dağlarının dar keçi yollarında aç susuz yürümüş, az ilerde şelalenin yamacında gönüllü İtalyan tugayıyla karşılaşmış, Yaşasın Hayat!diye bağırmışlar hep birlikte, sonra Madrid barikatlarında elinde kırmızı karanfiliyle dövüşen dal gibi incecik bir kıza âşık olmuş, kız o akşam hava bombardımanında ölmüş, sonra yenilgiyi görmüş, soğuk ve ıslak bir günde ölülerini saymış tek tek. Kapalı odalardan acı çığlıkları İspanyanın sokaklarına taştığında her avluda, her çeşme başında durmuş, hiçbir şeyi unutmamak için, bir Endülüsya şarkısında durmuş.

\n

Endülüsya şarkısı bir çığlığa dönüştüğünde, adamın yanı başında oturan yaşlı kadın kalktı, kırmızı karanfili şimdi ak, pamuk kadar yumuşak saçlarında. Ellerini gökyüzüne uzattı, sordu:

\n

Yitirdiğim kaç oğul var, kaç yetimim var?

\n

Bu bir dans değil, bir yakarma, bir çağrı, bir öç alış, bir direnme! Yıldızların sonsuz parıltısı mı yaşlı kadının ellerinden akıp giden, kara bir ölüm meleği mi?

\n

Toprağın alçakgönüllü doğurganlığı, suyun bereketi, rüzgârın pusudaki tüm korkuları unufak eden gücü, hepiniz oradaydınız, hep birlikte sordunuz:

\n

Kaç kadın yas giysisiyle taçlandı?”

\n

Böyle ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ay battı. Endülüsya şarkısı bilinmedik bir dönencede, bilinmedik bir yolculuğa çıktı. Yaşlı kadın yorgun ayaklarını avludaki küçük havuzun serin sularına bıraktı, o zaman avluya yepyeni sesler ulaştı. Çoluk çocuk, kadın, erkek, genç İspanyanın neşeli, sevinçli sesleri. Sesler avluyu kuşattığında yaşlı kadınla erkek birbirlerine sevgiyle baktılar, gitme vakti gelmişti, usuldan kalktım, tam kapıdan çıkarken durup onlara son kez baktım, birbirlerine gülümserken ne kadar genç ne kadar umut doluydular.

\n

Anlaşıldığı gibi, Endülüsyadayım. Ve bir şarkının içindeyim.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları