Hıfzı Topuz

Yetmiş sene önce Kore'de ne işimiz vardı?

18 Ekim 2020 Pazar

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kore’de komünistlerin egemenliği vardı. Bir süre sonra Amerikalıların desteğiyle iç savaş başladı. Savaş, NATO adına yapılıyordu. Kısa zamanda Amerikalılar ağır bastı ve Güney Kore’de komünizmin sonu geldi.

Biz önceleri bu olaylara seyirciydik. Ama 1950 yılında Demokratlar işbaşına gelince Adnan Menderes, Amerika’ya yaranmak için her fırsatı değerlendirmeye başladı. Güneyde NATO kuvvetleri, komünistlerle çarpışıyordu. Tabii dizginler Amerikalıların elindeydi. Menderes hükümeti de NATO’ya katılma umuduyla Kore’ye asker gönderme kararı aldı. Türkiye’de Cumhuriyet kurulduğundan beri ilk kez yurtdışına asker gönderiyorduk.

Ben, o tarihlerde Ankara’da, Sarıkışla’da yedek subaylığımı yapıyordum. Kore’ye gönderilecek askerlerin başında bizim Sarıkışla’daki birlik geliyordu. Bu haber, Sarıkışla’da büyük bir heyecan yarattı. Askerlerin çoğu cepheye gönderilmenin telaşı içindeydi. Ama olan olmuştu bir kere. Birkaç gün sonra bizim çocuklarla kucaklaşıp vedalaştık. Artık onlar da cephede silaha sarılacaklardı.

Terhis g
ünüm yaklaştığı için ben Kore’ye yollananlar arasında değildim. Cepheye gitmekten kıl payı kurtuldum. Kısa sürede terhis edildim ve Akşam gazetesine geri döndüm. Kore’ye giden erlerden sürekli mektuplar alıyor, onları da Akşam’da yayımlamaya çalışıyordum. İşte o sıralarda Akşam’a yazdığım yazılardan bazı örnekler:

KORE YOLUNDAN İLK MEKTUP

Sevgili ağabeyim,

Evvela sonsuz selamlarımı sunar ve her iki elinizden hasretle öperek ulu Tanrı’dan iyi olmanızı dilerim. Size şimdiye kadar mektup yazmak fırsatını bir türlü bulamamıştım. Önce yolculuğumuzun nasıl geçtiğini anlatayım.

Biz bildiğiniz gibi eylül ayı, salı günü, Kurban Bayramı’nın 4. günü İskenderun’dan yola çıktık. Yolculuğumuz çok rahat ve neşeli geçiyordu.

Kızıldeniz-Aden yolu ile bugün Seylan Adası’na geldik. Gemimiz biraz sonra limana girecek. Bu mektubu herhalde şehirden postaya vereceğimi ümit ediyorum. Geçtiğimiz yerler o kadar güzel ve cana yakın ki yazı ile anlatımı güç oluyor.

Gündüzleri sahilleri ya da engin deryaları seyrediyor ve yalnız memleketi düşünüyoruz. Geceleri ise hepimiz radyo başına üşüşerek ajans haberlerini dinlemekle vakit geçiriyoruz.

Vatanın her köşesi şimdiden gözümüzde tütmeye başladı. Geçen günlerin tatlı anılarını düşündükçe heyecanlanıyoruz. Memlekette geçirdiğimiz zevkli günlerin değerini şimdi daha iyi anlıyoruz.

Bizim birlikte iyi şarkı söyleyen arkadaşlarımız var. Boş zamanlarımızda hep beraber oturup şarkılar söylüyoruz.

Bizi hiç merak etmeyin, hepimiz sıhhatteyiz. Vatandan ve sevdiklerimizden uzak bulunmaktan başka hiçbir üzüntümüz yok.

Mektubumu burada keserken bütün arkadaşlarımın size candan selamlarını sunar, ben de tekrar tekrar hasretle gözlerinizden ve ellerinizden öperim.

Bizimkileri görürseniz selam ve hürmetlerimi söyleyin. Onlara da inşallah ileride tafsilatlı mektup yazacağım.

Asker kardeşiniz Nazım Çontuğ

KORE’DE ŞEHİT DÜŞEN SEDAT BORA’NIN EVİNDE

Bu da başka bir yazımdan parçalar:

n Kore’den gelen haberlerde şehit düşen dört Türk askerinin adları da vardı. Bunların arasında İstanbul Karagümrük’te oturan Başçavuş Sedat Bora’nın da adı yer alıyordu.

Haberi okur okumaz Bora’nın Karabaş Mahallesi’ndeki evine yollandım. İçeriden feryatlar ve hıçkırıklar yükseliyordu. Başçavuşun eşi Nezihe Bora, kocasının şehit düştüğünü daha bir saat önce haber almıştı. Kadıncağızın ağzını bıçak açmıyordu. Kendisini teselli edebilecek bir iki laf aradım, ne söyleyebilirdim ki. Odadaki sessizliği Nezihe Bora bozarak şöyle konuştu:

“Zavallı Sedat, demek şehit oldun ha! Artık geri dönmeyeceksin.”

Kadıncağız lafını tamamlayamadan hıçkırıklara boğuldu. O sırada odaya şehidin yetim kalan üç çocuğunu getirdiler. Biri 3, biri 5, biri 8 yaşındaydı. Hiçbirinin tek kelime söyleyecek gücü yoktu. 

Kısa bir süre sonra Nezihe Bora, bana Sedat Bora’dan gelen şu mektubu uzattı:

Sevgili karıcığım,

Evvela selam eder, hatırınızı sual eder, senin ve çocukların gözlerinden ve yanaklarından öperim. 

Beni soracak olursanız hamdolsun sıhhatteyim. Sizden ayrı düşmekten başka bir kederim yoktur. 

Biz ayın 22’sinde Kore’nin Pusan Limanı’na indik. Burada iki gün kaldıktan sonra trenle 100 kilometrelik bir yolculuk yaparak Taegu denilen bir yere geldik. Burada kışladayız. Yarın ya da öbür gün Kore’nin başkenti Seul’e doğru yola çıkacağız.

Burası çok soğuk. Yolculuk sırasında 22 gün deniz üzerinde kaldık. Ekvator’un kızgın güneşi altında yandıktan sonra Kuzey’e yol aldık.

Bana resim göndermeyi unutma ve ayrıntılarıyla her şeyi yaz. Çocuklar beni arıyor mu? Benim tarafımdan onları gözlerinden öp. Senden tek isteğim bu.

Annemin, benim kusurlarımı affetmesini ve bana olan hakkını helal etmesini istirham ederim. 

Mektubuma burada nihayet verirken büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

Sedat Bora

O dönemde basın ve gerçeği bilmeyen insanlar, Kore’deki başarılarımızla övünüyorlardı. Gazeteler kahramanlık hikâyeleriyle doluydu. Oysa Kore’ye gidenlerin aileleri endişeler içindeydi. Ya gidenler geri dönmezse... Halkın moralini bozmamak için bu endişeler basına hiç yansımıyordu.

Ateş düştüğü yeri yakıyordu. Kore’ye asker gönderenler Yeni bir tarih yazıyoruz” diye kendilerine bu olaydan pay çıkarıyorlardı. Bir yanda iktidar ve yandaşları, öte yanda bu maceraların bedelini ödeyenler…

Yves Montand, bir zamanlar çok popüler olan bir şarkısında şöyle diyordu:

Cepheye giderken asker savaştan mareşallik asasıyla döneceğini ümit eder.

Oysa dönüşte sırt çantasında yalnız birkaç parça kirli çamaşır vardır.

Bizde de saz şairleri, Yemen’e gidene ağlıyor kızlar” diye haykırmamışlar mı?

Yine o günlerde Akşam’da şöyle bir yazı yazmıştım:

SARIKIŞLA’NIN KAPISI

Bir haftadan beri Sarıkışla’nın önü ana baba günü. Her gün oraya insanlar yığılıyor. Kimi kardeşini arıyor, kimi oğlunu, kimi kocasını…

   Hemşerim bizim Mustafa’yı gördün mü?

   Kim senin Mustafa kardeşim?

   Canım Çerkeş’ten Mustafa yok mu?

   Vallahi, bilmem ki. Burada asker çok!

Başında yağlı bir kasket, ayağında potur, seyrek sakallı yaşlı bir köylünün yanına yaklaşıp soruyorum:

   Oğlunu mu görmeye geldin?

Evet, ama bulamıyorum bir türlü. Öte yandan Kore’ye gidecek erlerden biri gebe karısını teselli etmeye çalışıyor, Her harbe giden ölür mü sanırsın. Gidip geleceğim elbette. Şimdi sıra bizde” diyordu.

Ağaçların altında küme küme insanlar. Oturmuş dertleşiyorlardı:

Anamı, babamı, çocuklarımı sen teselli et. Sakın üzülmesinler. Vatan vazifesi neyse onu yapacağım. Sonra da sağ salim döneceğim inşallah.”

Başka bir ere de hemşerisi orada kaç lira aylık alacaklarını soruyor. Yanıt şu: Parayı ben ne yapacağım hemşerim? Ben ticaret yapmaya gelmedim. Göm parada değil. Öl derlerse ölürüm, işte o kadar!”

Bir ara Etlik Caddesi üzerinden sesler geliyordu:

Kore Harbi’ni yazıyor! Kore’ye gidecek askerleri yazıyor!”

Başka bir çocuk da şöyle bağırıyordu:

Yeni çıkan Kore Destanı beş kuruş!

İşte Kore Savaşı’ndan buruk anılar... 




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları