Feyzi Açıkalın

Bir erkek çocuğunun baba oluşu

21 Nisan 2020 Salı

“Bugün size bir Pazar yazısı hazırladım” diye söze girecektim ki, coronavirüs günlerinde yaşayan bizlere her günün Pazar olduğunu anımsayıp vazgeçtim.

“Ertesi” konusunda belirsizliğin sürdüğü için, ne gevşeyip tadını çıkarabildiğiniz, ne de kaotik bir hafta başının sizi beklemekte olduğunu bilip onun huzursuzluğundan kurtulamadığınız normal bir Pazar günü değil yaşadıklarımız. Durmuş değil belki ama “ertelenmiş” zamanları yaşıyoruz…

Her neyse, konuyu kutlu bir doğum günü anmasına bağlayayım! Ya da otuz yaşındaki, hala çocuk kalmış bir erkeğin baba oluşuna getireyim…

Eş durumundan, ballı bir mecburi hizmet dönemi için İstanbul’dayız. Şehrin tadını çıkarıyoruz. Karın burundayken bile hop orada, hop buradayız. Çernobil’in patlamasına da daha beş gün var. 

İstanbul Sinema Günleri’nin de beşinci yılındayız. Dokuzuncu aya girerken, değişik sinema salonlarında arka arkaya günde üç seans yapıyoruz. Derken bir akşam üstü, o yıllarda henüz kilitli parke taşı olan Mecidiyeköy yol zemininde hız yapış, erken doğumu başlatıyor.

Murphy kuralı şaşmaz bir şekilde işliyor. Doğum yapacak tıp doktoru meslekli kadının(!) kadın doğumcu doktoru o gün izinli ve günlerden Pazar! 

Ertesi güne sarkan doğumda o uysal çocuk inat ediyor. Forseps ile kafasını gözünü şişirip, gözüne de mor renkli ilaçlar sürerek elimize veriyorlar. Çocuğunu bu şekilde gören cahil babanın hezeyanını hemşire zor yatıştırıyor.

Hala işin ayırımında olmayan babanın kayıt alıcılığı fotograf çekme telaşı ile sürüyor. Yıllar sonra bakıldığında annenin, bir parçası saydığı bebeğe sevgi dolu bakış ve şefkatle sarıldığı; babanın ise kucağına verilen bebeği düşürme kaygısı ile kameraya huzursuz gülüş yansıttığı fotograflar bunlar.

Akşam evde yalnız kalınca son güne bıraktığın isim bulma telaşı başlıyor. Anne akıllı; bu işte tarafsız kalmış! Senin ise, ne bir Anadolu alışkanlığı olarak modası geçmiş dede, ne de popüler olanı seçme gibi bir niyetin yok.

Günler önce aklına gelen alternatif isimin uygun olmadığını, iki şekilde görüyorsun. İlki, bebeğin rengi düşünüldüğü gibi o isme uygun değil. İkinci ve daha önemlisi, hiç sevmediğin bir siyasetçinin, devrinin başbakanının aynı gün doğan erkek torununa “o” ismi vermişler. Kafadan reddediyorsun!

Sonrası kıyısından dönülen trajedilerle geçiyor. Kan uyuşmazlığı sonucu oluşan hepatit, İstanbul’un o yıllarda bile var olan kaotikliği ve sağlık sisteminin kötülüğü yüzünden ömürden çalınan birkaç gün…

Derken, ilk ayın sonuna doğru bebekle göz temasın başlıyor. Onun bebekliğinde kendinden izler arıyorsun belki de. Zeka frekanslarınızın buluştuğuna kanaat getirdiğinde nihayet baba olduğunu anlıyorsun. Annenin, daha bebeğin ilk kıpırdanması ile, karnında taşıdığı canlı ile bütünleşmesini, sen gecikmiş olarak aylarca sonra anlıyorsun. 

Yaşamının geri kalan kısmı bu farkı kapatmaya çalışmakla geçiyor. Oğlun ve daha sonra doğan kızın ile somut ilişkiye dayanan bir aile bütünlüğünün önemini yıllar içinde, artarak kavrıyorsun. Ve de bunu, yaşamının her alanındaki ilişki yumağında bir şaşmaz kural olarak görüyorsun…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları